Sponsorlu Bağlantılar

22 Ağustos 2012 Çarşamba

YEDİKULE ZİNDANLARI

İstanbul'u güneybatı'dan çevreleyen kara surları ve kuleler topluluğudur. Yedikule Hisarı, ya da Yedikule Zindanları da denilmektedir. I. Theodosius tarafından bir zafer takı yaptırılmış, 412 yılında bu tak, şehrin giriş kapısı olmuş, II. Theodosius tarafından kapının sağ ve sol taraflarına birer kule ekletilerek kara surlarına bağlanmıştır. Şehrin en büyük caddesine açılan bu kapıdan genelde zaferden dönen imparatorlar geçerlerdi. Kapının kemer ve cephesi altın yaldızlarla süsülüdür bu nedenle "Yaldızlı Kapı" denilmektedir. IV. Kantakuzenos tarafından kulelerin yanlarına birer kule daha eklettirildi. XV. yüzyılda orta geçidin yüksekliği 8m'den 4m'ye indirilmiş ve bu geçit kapatılmıştır. Fatih, İstanbul'un fethinden sonra 1470'de farklı yüksekliklerde üç kule yaptırmış,öteki kulelere ve surlara bağlatmıştır. Kulelerin sayısı yediye çıkmış ve hisar görünümü almıştır.

17 Ağustos 2012 Cuma

Eyüp Sultan Camii

Eyüp semtinin merkezinde, Haliç kenarındaki Eyüp Sultan Külliyesi içinde bulunan Eyüp Sultan Camii, İslam aleminin önemli ziyaretgahlarından biridir. Caminin içinde de yer aldığı Eyüp Sultan Külliyesi; camii , türbe, hamam ve günümüze ulaşmayan medrese ve imaretden oluşmaktaydı. Külliyenin ilk inşa edilen kısmı türbedir. Bu türbe adını, Hz. Muhammed'i Medine'ye ilk geldiğinde evinde misafir eden Hz. Ebu Eyüb el-Ensari isimli sahabeden almıştır. Halk arasında "Eyüp Sultan" olarak adlandırılan bu kişi, Emevilerin 668-669'daki İstanbul kuşatmasına katılarak bu savaşta şehit olmuştur. Mezarının bulunduğu yeri İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin rüyasında görmüş ve buraya türbesi yaptırılmıştır. 1459 yılında ise yine Fatih Sultan Mehmed tarafından türbenin yanına camii, medrese, imaret ve hamam yaptırılmış böylece külliye oluşmuştur.

TOPKAPI SARAYI


İstanbul'da Sarayburnu sırtları üzerinde, Fatih devrinden Abdülmecid'e kadar Osmanlı padişahlarının oturduğu Topkapı Sarayı şehrin birinci tepesinde, Zeytinlik adı verilen bölgede kuruldu. 1478 yılında yapılan 1400 metreleik surlarla çevrili olan Topkapı Sarayı'nın Marmara tarafındaki Otluk kapısı ve Haliç tarafındaki Demirkapı'dan başka küçük ölçüde beş koltuk kapısı olan Suru Sultani adı verilen surun ana girişi, Ayasofya arkasındaki Bab-ı Hümayundur.

Türkiyenin Tarihi Yerleri


AYASOFYA

İstanbul'da Bizans devrinden kalan en ünlü kilisedir. 1453'te Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u almasıyla camiye çevrilmiş, 1935'te müze oluncaya kadar bu amaçla kullanılmıştır. Büyük Kostantinos'un İstanbul'u imparatorluk merkezi haline getrip kenti yeni baştan ele alması sırasında bugünkü Ayasofya'nın yerinde bir kilise yaptırılmış, M.S.326 yıllarına rastlayan bu ilk yapıdan sonra M.S. 360'ta imparatorun oğlu Konstantinos küçük geldiği veya bir depremde yıkıldığı için yapıyı yeni baştan daha büyük olarak ele aldırmıştır. Büyük kilise (Megale Ekklesia) adıyle anılan ve bazilikal bir plan gösterdiği sanılan yapı V. yüzyıldan sonra daha çok Hagia Sophia adıyle tanınmış ve bu ad sonuna kadar yaşamıştır.

Yurdumuzun Güzellikleri ve Dünyaca ünlü Tarihi Eserler


EFES 
Efes harabeleri Lysimachos’un M.Ö. III.Yüzyılda yaptırdığı surların üzerindeki Magnesia kapısından girildiğinde Ephesos’un ünlü kişilerinden filozof Flavius Domianus’un yaptırdığı doğu gymnasionu ile karşılaşılır. Burası hamamı, palaestrası, geniş avlu, ve ders salonlarıyla komple bir yapıdır. Biraz ilerde ‘’Lukas Mezarı’’ diye tanınan yuvarlak bir mezar anıtı yer alır. Bunun ilerisinde iki çeşme kalıntısı bulunur.

Celsus Kitaplığı:
İki katlı olan kütüphanenin cephesi sütunlarla süslenmiş, bu sütunla arasında da heykeller konmuştur. İçerisinde papirüs rulolarının konması için dikdörtgen nişlerin yer aldığı yapı 10.92/16.72m. ebadındadır. Ortada bilim koruyucusu Athena’nın heykeli bulunuyordu. 

Yurtdışındaki Tarihi Eserlerimiz

Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarında, özellikle 1900'lü yılların başlarında tarihi eserlerimiz çeşitli ülkelerden gelen araştırmacılar ve turistler tarafından yağmalanmaya başlamıştır. İrili ufaklı binlerce tarihi eserin yanı sıra Bergama'daki Zeus tapınağı ve Milet agora binası kapısı gibi dev yapılarda , mevcut Osmanlı yetkililerinin de desteği ile yurtdışına çıkarılmıştır. 
  Günümüzde tarihi kültür bilincinin biraz olsun artması ile bu eserlerin ilgili ülkelerden iadesi tartışmaları başlamıştır. Bunun uzun bir süreç olacağı malumdur, en azından bu süre içinde dışarıdaki eserlerin kopyaları, orijinal yerlerine konabilir. Nitekim bu bazı yerlerde yapılmıştır.

Tarihi Eserlerimiz


Tarihi eserler, geçmiş uygarlıklardan bugüne kadar kalan din, bilim, düşünce, sanat, edebiyat ve mimari gibi alanlarda ortaya konan eserlerdir.

*Tarihi eserler insanlar tarafından yapılmışlardır.
*Tarihi eserler koruma altındadırlar. Zarar görmemeleri için korunurlar.
*Tarihi eserler insanlığın ortak mirası olduğundan ziyaretçilere açık tutulur.

Ülkemiz, tarihi eserler bakımından çok zengindir. Ülkemizde yer alan tarihi zenginlikler yüzyıllar öncesini günümüze taşır. Ülkemizin hangi yöresine gidersek gidelim çok sayıda tarihi eserle karşılaşmak mümkündür. Bunun sebebi ise, yurdumuzun inlerce yıldır bir çok medeniyete ev sahipliği yapmasıdır.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Sultan Ahmet Camii


İstanbul’da Sultanahmet Meydanı`nda, Sultan I. Ahmed Türbesi`nin karşısında yer alan tarihi çeşme. Alman İmparatoruII. Wilhelm'’in sultana ve İstanbul’a hediyesidir. Almanya’da yapılıp 1901’de İstanbul’daki yerine monte edilmiştir. Neo-Bizanten üslübunda bir çeşmedir; içerden altın mozaikle süslüdür.
Alman Çeşmesi, Türkiye’ye üç kez gelen imparatorun 1898’de istanbul’a ikinci kez gelişinin anısına ithaf edilmiştir. İlk gelişinde 1889 Osmanlı ordusuna Alman tüfeklerinin satışını sağlayan II. Wilhelm, ikinci İstanbul ziyaretinde İstanbul-Bağdat Demiryolunun Alman firmalarına verilmesi vaadini almıştı. Bu ziyaretin anısına Alman hükümeti tarafından yaptırılan çeşme, imparatorun bir deseninden yola çıkarak düzenlenmiştir.
Çeşmenin planlarını Kaiser’in özel danışmanı Mimar Spitta çizmiş, yapımını Mimar Schoele üstlenmiştir. Ayrıca Alman mimar Carlitzik’le İtalyan Mimar Joseph Antony de bu projede çalışmışlardır. Alman hükümeti önce hipodrom alanını düzenlemiş, meydanın ağaçlandırılması yapıldıktan sonra Almanya’da hazırlanan çeşme buradaki temeller üzerine oturtulmuştur. Mermerleri ile değerli taşları Almanya’da işlenmiş ve parçalar halinde gemi ile İstanbul’a getirilmiştir.
Yapımına 1899’da başlanan çeşmenin 1 Eylül 1900’de, Sultan II. Abdülhamid’in 25. cülüs törenine yetiştirilmesi planlanmıştı. Ancak çeşmenin inşası bu tarihe yetişmeyince. II. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak1901’de görkemli bir tören ile çeşmenin açılışı gerçekleşmiştir.
Alman çeşmesi, ne heykelli Avrupa çeşmelerine ne de Osmanlı meydan çeşmelerine benzer. Yüksek bir taban üzerine oturtulmuş, sekizgen planlı bir yapıdır. Su haznesinin üzerinde sekiz sütunun taşıdığı bir kubbe yer alır. Sütunları birbirine bağlayn kemerlerin üzerindeki pandiflerde birer madalyon bulunur. Dördünün içinde yeşil zemine II. Abdülhamid tuğrası, diğer dördünün içinde Prusya mavisi üzerine II. Wilhelm’in simgesi olna W harfi altında II sayısı konulmuştur.
Koyu yeşil renkte kolonların taşıdığı görkemli bir kubbe ile örtülü çeşmenin tunç kitabesinde Almanca olarak “Alman Kaiser’i Wilhelm II 1898 yılı sonbaharında Osmanlıların hükümdarı haşmetlü Abdülhamid II nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak bu çeşmeyi yaptırdı” yazmaktadır.
Çeşmede bir de Osmanlıca kitabe vardır. Bu kitabede Osmanlı Seraskerlik Dairesi’nden, aynı zamanda edebiyatçı olan Ahmet Muhtar Paşa’nın beyiti sülüs yazıyla İzzet Efendi tarafından yazılmıştır: Hazreti Abdülhamid Hanın muhibbi halisi
Ziveri eklili haşmet, kayser alitebir
Ya’ni alman imparatoru, hükümdarı güzi
Hazreti Wilhelmi Sani, kamuranı nizigar
Padişahı ali Osmani ziyaret kasdidüb
Mahdemiyle eyledi İstanbulu pirayedar
Bu mülakatı muhabbet perveri tezkar içün
Eyledi bu çeşmesarı saha piray-i karar
Sübesü cari olan abı safa teşkil eder
Abi safii müsafata misali abdar
Vakfa giri hayret eyler çeşmi ehli dikkati
Tarzi inşaasındaki hissi bedii zernigar
Rükni ak’vai hayatoldukça abi canfeza
Payidar olsun bu te’sisi muhabbet üstüyar
Bi bedel tarihi caridir lisanı luleden
Oldu bu çeşme mülakate ne dicu yadigar (1316)

Sultan Ahmet Camii 




Sultan Ahmet Camii Bina Tipi Cami Yer İstanbul, Türkiye Yapım Başlama tarihi 1609 Bitiş tarihi 1616 Tasarım ekibi Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa Sultan Ahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında sultan I. Ahmet tarafından İstanbul'daki tarihi yarımadada, Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılmıştır. Cami Mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de gene mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1934 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camisi konumuna ulaşmıştır. Aslında Sultan Ahmet Camisi külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.

Yapının mimari ve sanatsal açıdan dikkate şayan en önemli yanı, 20.000'i aşkın İznik çinisiyle bezenmesidir. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır. Caminin ibadethane bölümü 64 x 72 metre boyutlarındadır. 43 metre yüksekliğindeki merkezi kubbesinin çapı 23,5 metredir. Caminin içi 260 pencereyle aydınlatılmıştır. Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubarî tarafından yazılmıştır. Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur ve Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camisidir.

6 Minarenin Hikayesi
Efsaneye göre dönemin padişahı I. Ahmet, başta minareleri altından yaptırmak istemiştir. Ama kaplamada kullanılacak olan altının değeri padişahın bütçesini fazlasıyla aşınca, caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa bu emri güya yanlış işiterek, "altın" sözcüğünden "altı" yaparak, camiyi 6 minareli inşa ettirmiştir.
Ancak efsaneler bir kenara, İstanbul'da meydana gelen her büyük olay, her büyük eser, Islam dünyasini yakindan ilgilendiriyor ve baslica konu ediliyordu. Sultan Ahmet Camisi'nin yapilmasi da hayranliklar, genis yankilar uyandırmıştı. Fakat Imparatorlugun bazi eyaletlerinden de itirazlar gelmişti. Itiraz edenler, camiye altı minare yapilmasi kabe'ye saygisizlik olur diyorlardi. Çünkü o zamanlar alti minaresi olan tek mebed Mekke'de idi. Padisah bu meseleyi bütün İslam alemini memnun edecek bir sekilde halletti: Mekke'ye yedinci minareyi yaptirdi.
Minarlerle alakalı diğer bir husus da, şerefelerdir. Sultanahmet minarelerinin dördü üçer, ikisi de ikişer şerefelidir ve toplam 16 şerefe yapmaktadır ki bu da aynı zamanda Sultan Ahmet'in 16. padişah olduğuna işaret eder.




Sultan Ahmet Camisi'nin 1895 yılındaki hali


Caminin içeriye açılan 3 kapısından herhangi birinden girildiğinde dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekan büyük bir bütündür; ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı 4 iri sütun üzerinde yükselir. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, yine iznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Avlunun batı girişinde ise, demirden ağır bir kordon bulunmaktadır. Bu kordon avluya atıyla giren padişahın kafasını çarpmaması için eğmesini gerektiriyordu. Bu, padişahın bile camiye girerken kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini göstermek amaçlı sembolik bir eylemdi.

Galata Kulesi



Galata Kulesi, İstanbul'un Galata semtinde bulunan eski bir kuledir. Kuleden boğaz, Haliç ve şehrin mükemmel panaroması izlenebilmektedir. Koordinatlar: 41°1′32″N, 28°58′27″E


Tarihi 

1384 yılında Cenevizliler tarafından Galata surlarına ek olarak yapılmıştır.1402 yılında 4. Haçlı seferinde geniş çapta tahrip edilen Kule 1445-1446 yılları arasında yükseltilmiştir. Osmanlı hükümdarı II. Murat ile yakın ilişkiler kuran Cenevizliler padişahın yardımıyla kulenin yanına ikinci bir kule inşa ettiler ve kuleye de II. Murat'ın adını verdiler.
Kule Türklerin eline geçtikten sonra hemen her yüzyılda tamir ettirilmiştir. 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan Hıristiyan harb esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Sultan III. Murat'ın müsadesiyle burada müneccim Takiyıddin tarafından bir rasathane kurulmuştu. Bu rasathane 1579'da kapatılmıştır. 17. yüzyılın ilk yarısında IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını iki tarafına takarak Okmeydanı'nda rüzgarları kollayıp uçuş talimleri yaptıktan sonra 1638 yılında Galata Kulesi'nden Üsküdar'da Doğancılar'a uçmuştur. Bu uçuş Avrupa'da ilgi ile karşılanmış, İngiltere'de bu uçuşu gösterir gravürler yapılmıştır. 1717'den itibaren kule yangın gözleme kulesi olarak kullanılmıştır. Yangın, ahalinin duyabilmesi için büyük bir davul çalınarak haber verilirdi. III. Selim döneminde çıkan bir yangında kulenin büyük bölümü yandı. Onarılan kule 1831 yılında başka bir yangında yine hasar gördü ve tekrardan onarım gördü. 1875 yılında bir fırtınada kulesi devrildi. 1960'lı yıllarda ciddi bir tamirat başlatıldı. 1967 yılında biten onarımda kulenin 1831-1875 yılları arasındaki haline sadık kalınarak bugünkü görünümü sağlandı.

Kulenin özellikleri 

Yerden, çatısının ucuna kadar olan yüksekliği 69.90 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre kulenin ağırlığı yaklaşık 10.000 tondur. Duvarlarının kalınlığı ise 3,75 metre,iç çapı 8.95 m,dış çapı da 16.45 m.dir Derinliğinde bulunan çukurların altındaki kanalda birçok kafatası ve kemik bulunmuştur. Orta boşluğun bodrumu zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.
Kulenin tarihinde bazı intihar olayları kayıtlara geçmiştir. 1876 tarihinde, bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır. 6 Haziran 1973 günü ise ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın 15 yaşındaki oğlu Vedat kuleden atlayarak intihar etmiştir. Ümit Yaşar bunun üzerine Galata Kulesi adlı şiiri yazmıştır

Kız Kulesi

Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır.
Üsküdar'ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile kucaklaştığı yerde minicik bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder: "Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası ikiyüz adımdır. İki tarafına bakan yerde kapısı vardır."
Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın mühim kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş taşlarla kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.
İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar bir çok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir.Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kız Kulesi.
Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, artık çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy'den sandallarla yapılmaktadır.
Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmıştır. Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine(o zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiştir. Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakasına doğru yıkılmıştır. Kuleden suyun içinde bakıldığında yıkıntıları görülmektedir.
Antik Çağ'da Arkla(küçük kale) ve Damialis(dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da "Tour de Leandros"(Leandros'un kulesi) ismi ile ün yapmıştır. Şimdi ise Kız Kulesi ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır.


Büyük Saray Buluntuları 



Büyük Saray Buluntuları hakkında bilgi

Roma ve Bizans Devri saraylar taopluluğu Ayasofya ve Hipodrom civarında deniz kıyısına kadar büyük bir bölümde bulunurdu.Yer yer mevcut kalıntılara ilaveten İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kazısı ile bu saraya ait büyük bir yapı Ayasofya'nın doğusunda günışığına çıkarılmıştır.


Roma ve Bizans Devri saraylar taopluluğu Ayasofya ve Hipodrom civarında deniz kıyısına kadar büyük bir bölümde bulunurdu.Yer yer mevcut kalıntılara ilaveten İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kazısı ile bu saraya ait büyük bir yapı Ayasofya'nın doğusunda günışığına çıkarılmıştır.





Tarihi Eserlere İlişkin Cezai İşlemler Nelerdir?


Korunması gerekli taşınmaz nitelikteki tarihi eserleri yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar para cezasıyla cezalandırılır.

Kültür ve tabiat varlıklarını yasal süre içerisinde mazereti olmaksızın bildirmeyen ve bilerek aykırı hareket eden kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yasal sürelerde ilgili makamlara bildirilmeyen tarihi eserleri satışa sunan, satan, veren, satın alan, kabul eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar para cezası ile cezalandırılır.

Tarihi eserleri yasaya aykırı olarak yurtdışına çıkaran kişi, beş yıldan on iki yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar para cezası ile cezalandırılır.

Tarihi eser bulmak amacıyla izinsiz kazı veya sondaj yapan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. İzinsiz olarak define araştıranlar üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Kaynak: http://www.muzelerhaftasi.gov.tr/muzeler/tarihi_eserlere_iliskin_cezai_islemler_nelerdir.html

Bakanlığımıza Bağlı Müzeler


Müzeler, uygarlık tarihine ait her türlü objenin, bilimsel kurallar altında sergilenerek, halkın beğeni ve kültürel birikimini zenginleştiren, araştırmacıların çalışmalarını kolaylaştırıcı ve geliştirici tarihi verilerin gelecek kuşaklara aktarıldığı mekanlardır. Zengin tarih ve kültür birikimine sahip olan ülkemizde zaman içinde inşa edilen yeni müze binalarının yanı sıra günümüze ulaşan taşınmaz kültür varlıkları da restore edilmekte ve pek çoğu "müze" olarak ziyarete açılmaktadır.

Ülkemizde Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 189 müze ve 131 düzenlenmiş örenyeri olmak üzere, ziyaret edilebilir 320 ünite aynı zamanda birer eğitim ve bilim kurumu olarak hizmet vermektedir. 

Kaynak: http://www.kvmgm.gov.tr/TR,43253/bakanligimiza-bagli-muzeler.html

Tarihi Eser Bulduğunuzda Yapmanız Gerekenler Nelerdir?


Ülkemiz, dünyada görülmeye değer tarihi eserleri ile eşsiz bir kültür hazinesine sahiptir. Dolayısıyla bilimsel araştırmalarda olduğu kadar kültür mirasımızın yağmalanması noktasında da ülkemiz tarih boyunca hep kaynak nokta olmuştur. Bu hazineyi her türlü tehlikeden korumak ise müzelerimizin birinci ve en önemli görevidir. Unutulmamalıdır ki tarihi eserler, bir toplumun kültür bilincinin olgunlaşmasında en önemli katkıyı sağlamaktadır.  

2863 sayılı yasaya göre; Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan tarihi eserler “Devlet malı” niteliğindedir.

Tarihi eserleri bulan, sahip oldukları veya kullandıkları arazide tarihi eser bulunduğunu bilen veya yeni haberdar olan vatandaşlarımızın, bunu en geç üç gün içinde, kendisine en yakın müze müdürlüğüne veya köyde muhtara, diğer yerlerde ise mülki idare amirlerine bildirmeleri gerekmektedir. Bu, yasal bir zorunluluk olmasının ötesinde tarihi eserlerimizin talan edilmesinin önüne geçmek için örnek olması gereken bir vatandaşlık görevimizdir.

İhbarı alan muhtar, mülki amir bunların korunması ve güvenlikleri için gerekli tedbirleri alırlar. Muhtar, aynı gün alınan tedbirlerle birlikte durumu en yakın mülki amire; mülki amir ve diğer makamlar ise on gün içinde, yazı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına ve en yakın müze müdürlüğüne bildirir. Bakanlık ve müze müdürü 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre en kısa zamanda gerekli işlemleri yapar.

Tarihi eserlerimizi bir rant kapısı olarak algılayıp onlardan maddi bir çıkar gözetenlere karşı halkımızın duyarlı olması büyük önem arz etmektedir. Bunun için başta kolluk kuvvetlerimiz olmak üzere özellikle çocuklarımıza ve gençlerimize kültürel mirasımızın korunması ve kaçakçılığın önlenmesi yönünde müzelerde yıl içerisinde çok yönlü ve uygulamalı eğitim programları düzenlenmektedir.

Tarihi Eserleri Bulanlara İkramiye Verilir Mi?

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer üstünde, yer altında ve su altında bulunan “taşınır” nitelikteki tarihi eserleri yasal süre içerisinde ilgili mercilere haber verenlere 2863 sayılı yasa hükümleri ve müze uzmanlarının eserlere ilişkin değerlendirmeleri çerçevesinde ikramiye ödenmektedir. Yasaya göre “taşınmaz nitelikteki” tarihi eserlere ikramiye ödenmemektedir.

Akropolis

Atina'da Eskiçağ dünyasının en ünlü mimarlık yapıtlarından birinin yükseldiği tepe. Akropolis, Atina'nın tam ortasında yükselen, tepesi tabak gibi düz, sarp bir kayalığa verilen addır. Eski Yunan dilinde bu sözcük yukarı kent anlamına gelir. Çok eski çağlarda Akropolis, Eski Yunanlıların oturduğu ve buradan çevre köylere egemen olduğu gerçek bir kaleydi, aynı zamanda bir din merkeziydi. Bir ara Persler tarafından yıkılmış, sonra Perikles'in öncülüğüyle, M.Ö. 450 yıllarına doğru yeniden yapılmıştı. O çağların ünlü heykeltıraşı Pheidias ve başka güçlü sanatçılar bu işte çalıştılar. Akropolis'in batı yamacında, anıtsal kapılarıyla ziyaretçileri karşılayan ilk yapı Proplyleia'dır. Yapının, çok büyük boyutlarda olan kemerleri ince mermerden yapılmıştır. Bunun az ötesinde, Athena Nike'rim küçük tapınağı vardır. Daha sonra, mat altın rengindeki mermerleri ve kusursuz sütunlarıyla görkemli Parthenon Tapınağı gelir. Yüzyıllara karşı koyabilmiş son anıt Erekhteion'dur. Adını Eski Yunan'ın efsane krallarından ilki olan Erekhteios'tan almıştır. Burada sütunların yerini kadın heykelleri alır. Bunlar, kimi gülümseyen, kimi somurtan, hepsi mağrur altı Karyatid Kızı'nın heykelidir. Parthenoıı Tapınağı, Akropolis'in doruğuna dikilmiş bir zafer anıtıydı; Atinalıların savaş başarılarını kutluyordu. Vaktiyle bu tapınakta, kentin koruyucu tanrıçası olan Athena'nın dev bir heykeli yer alırdı

Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da bıraktığı mimari eserler


DÜNYADAKİ TÜRK KÜLTÜR VARLIKLARININ BELİRLENMESİ PROJESİNDE SONA GELİNDİ
Üç kıtada yapılan envanter çalışmaları Türk Osmanlı medeniyetinin ihtişamını bir defa daha gözler önüne sererken sınırlarımız dışında kalan tarihî ve kültürel mirasın nasıl perişan bir halde olduğunu ortaya koydu



SULTAN MURAD TÜRBESİ GÜL BAHÇESİ GİBİ
Osmanlı eserlerinin çokluğuyla dikkat çeken ülkelerin başında gelen Kosova’da son olarak Sultan Murad Türbesi’nin restorasyonu tamamlandı. 1389’da Kosova Meydan Savaşı’nda şehit edilen Sultan I. Murad’ın, Balkanlar’ın 1912 yılında Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla bakımsız kalan türbesi, Türkiye Diyanet Vakfınca yeniden ayağa kaldırıldı. Padişahın iç organlarının medfun bulunduğu Priştine’deki türbe, eski ihtişamıyla ziyarete gelen Osmanlı torunlarını ağırlamaya başladı. Kosova’yı işgal eden Sırplar’ın kin ve nefretlerini en fazla gösterdiği yer olan tarihi türbenin çevre düzenlemesi de yapıldı. Restorasyon çalışmaları sırasında türbeyi 4 asırdır bekleyen ailenin son temsilcisi olan türbedara da lojman inşa edildi.




Sultan Murad Türbesinin selamlık bölümü tamiratın ardından hayranlık uyandıran bir görünüme kavuştu.


Sunuş
Asırlarca dünya siyasetine yön veren Osmanlı Devleti’nin, geçtiğimiz yüzyılın başında tarih sahnesinden çekilmesinin ardından, ülke sınırları içinde yaşayan toplumlar ve ecdad yâdigarı eserler sahipsiz kaldı. Bu fırsattan hareketle Osmanlı mirasçıları arasındaki maddi-manevi bağlar koparılmaya çalışıldı. Özellikle Balkanlarda kurulan yeni devletler, Osmanlı eserlerine karşı bilinçli bir kıyım başlattı. Köprüler bombalandı, camiler striptiz kulübü yapıldı, türbeler ve kabir taşları yerle bir edildi. Ancak tarih yapan bu kadim medeniyetin torunlarının, tarih, düşünce, kültür ve bilim dinamikleri hesaba katılmadı. Son yıllara kadar yıkıma mahkûm edilen bu ülkelerdeki Osmanlı eserleri bir bir ayağa kaldırılmaya başlandı. Bu dizi yazımızda; Kırım’dan Kosova’ya, Makedonya’dan Mısır’a, Ürdün’den Suriye’ye, Cezayir’den Tunus’a kadar üç kıtada halis düşünce ve örnek gayretlerle yürütülen çalışmaları anlatacağız. Osmanlı medeniyetinin bu topraklardaki nişanelerini yenileme hikayeleri sizi de etkileyecek.


TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu 


Türk Tarih Kurumu’nun (TTK), 5 yıl önce başlattığı yurt dışındaki Türk kültür varlıklarının envanterini çıkarma projesinde sona yaklaşıldı. Balkanlarda Dişişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) ve Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle tarihi eserler yeniden restore edilerek eski ihtişamlarına kavuşturuluyor.
Çalışmalar konusunda sorularımızı cevaplayan TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, yurt dışındaki eserlerimizin bir kaç ülke haricinde hepsinin kayıt altına alındığını açıkladı. Osmanlı Devleti’nin hakimiyetindeki üç kıtada, Orta Doğu, Orta Asya, Afrika ve Avrupa ülkelerine gönderdikleri uzmanlarca, şu ana kadar tesbit edilen eserlerin kaydedildiğini belirten Halaçoğlu, sadece Balkanlarda tesbit edilen eser sayısının 22 bine ulaştığını söyledi.

BULGARİSTAN ŞAŞIRTTI
Prof. Yusuf Halaçoğlu, Kırım, Bulgaristan, Kosova, Makedonya, Mısır, Tunus, Ürdün, Suriye, Macaristan, Romanya, Hırvatistan, Irak, Sudan, Cezayir, Tunus, Libya, İran gibi ülkelerde yürütülen çalışmalar tamamlandığında herkesi çok şaşırtacak nitelikte bir dökümanın ortaya çıkacağını belirtti. Çalışmaları yürüten ekipte, mimar, tarihçi ve sanat tarihçilerinin yer aldığını vurgulayan Halaçoğlu, “Örneğin Bulgaristan’da 78 mimari yapı var sanılıyordu, biz 500’ün üzerinde Türk kültür varlığı tespit ettik. Çalışmalarımızda her gittiğimiz ülkede, o ülkeden bir uzmanı da yanımıza aldık. Çok büyük bir medeniyeti ortaya çıkarıyoruz. Somali’den Çin’e uzanan bir medeniyet bu” diye konuştu.
Hâlâ cami, medrese, türbe, çeşme, köprü, bedesten, han ve kervansaray gibi binlerce vakıf eserinin Türkiye’nin ilgisini beklediğini anlatan Prof. Dr. Halaçoğlu, bunların restorasyonu için de gerekli görüşmelerin yapıldığını ifade etti. Halaçoğlu, “Bu eserlerle ilgili envanter çalışmalarımız hızla devam ediyor. Eserlerin durumu hakkında rapor hazırlıyoruz” dedi.

KOSOVA SAHİP ÇIKTI
Balkanlardaki Türk varlığının en çok hissedildiği ülkelerin başında gelen Kosova’da tarihi mirasımız artık emin ellerde. Avrupa’nın bu çiçeği burnunda ülkesinde tam 229 eser tespit edildi. Prizren ve Priştine’de onlarca cami, türbe, çeşme, köprü, medrese, hamam ve eski konak restorasyon sırasını bekliyor. Kosova Hükümeti, bakıma ve onarıma ihtiyacı olan eserleri korumak amacıyla özel bir komisyon kurdu. Uzmanlardan oluşan kurul, başta UNESCO verileri olmak üzere birçok belgenin yardımlarıyla onarımı yapılacak eserlerin listesi hazırlandı.

SİNAN PAŞA YADİGÂRI
TİKA ve Türkiye Diyanet Vakfı, Piriştine’de ve Prizren’de Sinan Paşa Camii, Fatih Camii ve bazı hamamlarda restorasyona başladı. Önemli Osmanlı eserlerinden biri sayılan Prizren’deki Sinan Paşa Camii’nin önümüzdeki ay ibadete açılması bekleniyor. Akçaylar Restorasyon İnşaat Şirketi tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında, caminin iç duvarları, kubbesi, revak ve şadırvanı onarılıyor ve çevre düzenlemesi yapılıyor.




İSTANBUL CAMİLERİ GİBİ
Beylerbeyi ve ikinci vezir olan Sinan Paşa’nın 1615 yılında yaptırdığı Sinan Paşa Camii, Prizren’in sembol eserlerinden biri. İstanbul merkezli klasik dönem Osmanlı mimari sanatsal anlayışının Balkanlar’daki temsili olan tarihî cami; ince, yüksek minaresi ve kurşun kaplamalı kubbesiyle şehre tepeden bakıyor. 1968 yılında Osmanlı El Yazmaları Müzesi’ne dönüştürülünce, uzun yıllar ibadete kapalı kalan cami restorasyonun ardından müminleri ağırlamaya devam edecek.




TURİZME AÇILACAK
Kosova Adalet Bakan Yardımcısı Altay Suroy, Osmanlı eserlerine sahip çıkılması yönündeki çalışmalarıyla biliniyor. Suroy, 524 yıllık Osmanlı dönemi tarihi ve kültür mirası hakkında kaleme aldığı kitaplarla ve konferanslarla yeni nesli bu konuda bilinçlenmesini sağlıyor. 16 kitaba imza atan Altay Suroy, “Bağımsızlığının ardından Kosova, kültürel zenginliğini turizme açacaktır. Türkiye’deki acenteler seyahat düzenleyerek, konuklarımıza eski tarihlerini yaşatabilir” dedi.

Kaynak: TÜRKİYE GAZETESİ Hayrettin Turan hayretttin.turan@tg.com.tr






Kosovada Osmanli Tarihi eserleri...


Balkanlar’da Bir Yeşil Belde: Kosova 

Osmanlı’nın yetimi Balkanlar’da bir doğal güzellik. Her yeri buram buram Osmanlı ve Müslümanlık kokan Kosova, devlet olma yolunda. 2 milyon civarındaki nüfusu ile Avrupa’nın ortasında bulunan Kosova’da, Osmanlı’nın 500 yıllık hoşgörü ortamı 100 yılda tamamen değişmiş. Etnik çatışmaların, acıların ve gözyaşının olduğu yeşil ülkede tekrar huzur örgülenmeye çalışıyor. Gerçekten yeşilin her tonu mevcut. Yeşilin içine tarih işlenmiş. Her şehrinde tarihi görmek mümkün, komünizm rüzgarı buraları da yıkıp atamamış, temel sağlam. Bir yerden bir yere giderken sakın korkmayın, kaybolmazsınız. Çünkü bulunduğunuz mekanda mutlaka Türkçe bilen birisi vardır. 






















Kaynak: http://www.cennetyolu.biz/forum/showthread.php?t=13698

Osmanlı Eserleri


OSMANLI ESERLERİ



HİSARİYE MEDRESESİ


Harap durumu nedeniyle kitabesi ve kapı süslemeleri sökülerek 1953 yılında müzeye getirilen medrese Amasya tarihine göre, Beyazıt Paşanın kardeşi Emir Yahşi bey oğlu Emir Hisar tarafından 1411 yılında yaptırılmıştır.




HAMZA BEY MESCİDİ


Bugün yıkılmıqş olan mescit, Çelebi Mehmet'in sultan olmasından evvel, Amasya ve Tokat yörelerinde hüküm sürdüğü 1411 yıllarında lalası ve komutanlarından Bicar oglu Emir Hamza tarafından yaptırılmıştır.




PİR AHMET BEY TÜRBESİ


Meydan mahallesinde, Meydan camiinin güneyinde Horozoğlu zaviyesinin önündedir. İçerisinde Ertena beylerinden Aleaddin Ali Beyin oğlu, Pir Ahmet Bey ve ailesine ait biri ağaç onikisi mermer sanduka bulunmaktaydı. Türbe çökme tehlikesi gösterince müzeye kaldırılmış ve sonra moloz taştan yapılmış kemerli çatı çökmüştür. Bir görüşe göre türbe, şehzade Mehmet Çelebi'nin, kardeşi Süleyman Çelebi ile yaptığı taht çatışmaları sırasında ölen, adamlarından Horozoglu Ahmet beye aittir.




PAŞA HAMAMI


İvaz paşa mahallesinde, paşa hanın hemen üzerindeki dörtyol ağzındadır. 2. Murat zamanında YÖRGÜÇ paşa tarafından 1437 yılında yaptırılmıştır. Moloz taşlarla yapılmış hamam 1948 yılında vakıflar tarafından restore edilmiştir. Günümüzdede de işletilmektedir.




İVAZ PAŞA CAMİİ


İvaz paşa mahallesinde, Sulu sokak sonunda, Moloz taştan yapılmış küçük bir camidir. Kitabesi yoktur.




HACI TURHAN MESCİDİ


Akkoyunlu Uzun Hasan'ın Tokat'ı yakmasından sonra Fatih Sultan Mehmet zamanında Artıkoğullarından Hacı Turhan tarafından 1471 yılında yaptırılmıştır. Eski kazancılar içinde bulunan mescit, moloz taştan yapılmıştır.




MEYDAN CAMİİ


Sultan 2. Beyazıt'ın annesi Gülbahar Hatun adına yaptığı cami, kayıtlarda "Hatuniye camii" olarak geçer. Meydan mahallesinde adını aldığı geniş bir alanda 1474 yılında yaptırılmıştır. Tokatta yapılan en güzel Osmanlı eserlerinden biridir.


Kesme taştan yapılmış ana mekan üzerinde tek kubbesi, tek minaresi ve altı sütundan oluşan, beş kubbeli son cemaat yeri vardır. Eski tarihi kayıtlarda; cami yapımı bittikten sonra küçük olduğu görülmüş (Sultan 2. Beyazıt'ın buna kızması üzerine ustaları öldürttüğü rivayet edilir.) ve iki yanına birer mescit daha inşa ettirilmiştir, denilmektedir. Sonradan yer sarsıntılarına karşı, doğu ve batı yönlerinde yapılan payandalar mimari estetiğini bozmaktadır. Ana mekan, revaklar ve minaresindeki rölief süslemeleriyle, zarif ve uyumlu bir mimari yapıya sahiptir. Avlunun ortasıda ahşaptan yapılmış orjinal olmayan bir şadırvan ve yanında Gülbahar hatun medresesi yer alır.


Tokat'lıların "Ali paşanın yapısı, Meydan'ın kapısı " dedikleri yakıştırma sebepsiz değildir. Meydan caminin Selçuk tarzı stalaktitlerle işlenmiş mermer portali ve geçme ağaçtan yapılmış kapısı birer sanat şaheseridir. Ağaç kapıyı çevreleyen sarı ve siyah renkli mermerlerden yapılmış kemerin üzerinde Arapça yazılmış kitabe yer almaktadır. Camii duvarları, minaresi ve mescitler kireç taşından, tromplu kubbesi tuğladan örülmüştür. Son cemaat yerindeki bronz çemberli altı sütun mermerdir. Mihrap ve mimberi mermerden yapılmış caminin, iyi ışıklandırılmış bir mekanı ve kubbesinde "boya süslemeler vardır.




TAHTAKALE HAMAMI


Osmanlı döneminde yapılmış orjinal hamamlardan biridir. 1932 yılında sağlam durumda iken askeriye tarafından yıktırılmıştır. 2. Beyazıd'ın hazinedarı, Bosna ve İşkodra valiliklerinde bulunmuş Devlet adamı Firuz bey veya yardımcılarından birisi tarafından 1485 yılında yaptırılmıştır. Çift kubbeli hamam, moloz taştan yapılmış, çift kare mekan üzerindeki sekizgen kasnaklara oturtturulmuş tromplu kubbeler, kiremit döşeli sekizgen ahşap bir çatıyla örülmüştür.




ALİ PAŞA HAMAMI


1572 yılında Ali paşa tarafından yaptırılan hamam Ali paşa Camiinin vakfiyelerindendir.Kadın ve erkek kısımları ayrı, simetrik yapının, soyunma yeri kare, yıkanma yeri haç planlıdır. Karşılıklı dört eyvanı kubbeli ve beşik tonozlu olan yıkanma yerinin köşe halvetleri basık ve kubbelidir. Kesme taştan yapılmış olan mekan üzerinde sekizgen kasnak üzerine oturtulan büyük kubbeleri 1966 yılında kurşunla kaplanmıştır.




ÇAY HAMAMI


Tek kubbeli, tek taraflı olan hamam uzun yıllar depo olarak kullanılmıştı. Belediye tarafından 1956 yılında onarılmış ve halen işletilmektedir.




ALACA MESCİT


Rüstem Çelebi mahallesinde Plevne ilkokulunun yanındadır. Selçuklu'ların İlhanlı sultanı Gazan Han ile ortak yönetimleri zamanında yapılmıştır. Daha sonra büyük bir tahribata uğrayan caminin minaresi dışında kalan bölümleri Abdurrahman Bini Ahi Eda'nın adına ithafen Abdüzaziz Bini İbrahim tarafından 1505 yılında yaptırılmıştır.




KAZANCILAR MESCİDİ


Sulu sokaktadır. (1985 Ağustos ayında belediye tarafından yıktırılan Yağcı Han mescite bitişikti.) Kapının çok üstünde saçağa yakın yerde yuvarlak bir kitabesi vardır. Bu kitabeye göre yapılış tarihi Yavuz Sultan Selim zamanına rastlamaktadır.




BAHZAT CAMİİ


Tokat'ın en karakteristik yerlerinden biri olan Behzat çarşısında Behzat çayı yanındadır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Fakih oglu Hacı Behzat tarafından 1935 yılında yaptırılmıştır. Küçük ve kare biçimli olan cami binasına sultan 2. Abdülhamit zamanında (1881) yılında vatandaşların bağışlarıyla ikinci bir kubbe daha yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmış güzel bir minaresi olan caminin 1535 tarihli Osmanlı sülüsüyle yazılmış kitabesi Hoca Behzat'a aittir. Diğeri tamir kitabesidir. Cami yanındaki mezar Hoca Behzat'a aittir.





Cumhuriyet meydanının güneyinde yükselen cami, Tokat'taki en büyük Osmanlı anıt eseridir. Sultan 2. Selim zamanıda Ali Paşa tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır. Ali paşa, Kanuni Sultan Süleymanın oglu Şehzade Beyazıdın damadı olduğu söylenir.Ali Paşanın eşi ve oğlu Mustafa beyin türbeleride cami avlusundadır.

16. yüzyıl Osmanlı camii mimarisinin özelliklerini taşıyan caminin kare olan ana mekanı üzerinde, tek kubbesi ve tek minaresi vardır. Tamamı kesme taştan yapılan cami, Cumhuriyet alanında toplu ve büyük bir blok olarak göze çarpar. Sekiz kolon üzerinde yedi kubbeli son cemaat yeri, avlusunda Ali Paşanın eşi ve oğluna ait iki türbe bulunmaktadır. Ana mekanın kıble dışında kalan diğer üç duvarında karşılıklı mahfiller yer alır. Bunların kuzey yönündekiler oda şeklindedirler. Kesme taştan kemerli olarak yapılmış mahfillerin üst kısmında kadınlara ait bölümler vardır. Kubbe kaidesinde, sekizgen kasnakta ve duvarlarda penceleri olan caminin stalaktitli mihrap ve mimberi sarı ve gök mermerden yapılmıştır. 19. yüzyıl boyama buket desenleriyle yapılan iç süsleme caminin yapıldığı 16. yüzyıl ile bağdaşmıyor. Osmanlı geleneğine göre, sürgünde olan soylular, yaptırdıkları eserler için kitabe koyamazlardı. Bu nedenle camide kitabe yoktur. Ancak Ali Paşa avluya yaptırdığı türbesine, mezar kitabeleri koydurarak ismini dolaylı olarak camiye mal etmiştir.



ULU CAMİ

Tokat'ın en eski ve ilginç camilerinden biridir. Yapılış tarihi olaak geçen H. 1090, M. 1678 yapılış tarihi değil onarım tarihidir. Kitabesinden "Çün bu cami oldu cedit" ifadesi, caminin yenilendiğini gösteriyor. Ayrıca iç mekanlarda ve kuzey revaklarında kesme taştan yapılmış kemerli kolonları ile batı yönündeki son cemaat yerinin devşirme (Bizans) sütunları da caminin çok eski olduğunu göstermektedir. Herhangi bir nedenle hasar gören cami Sultan Avcı Mehmet zamanında restore edilmiş ve 1678 tarihli kitabe o zaman takılmıştır. Birinci Dünya Savaşında asker iskan edilen cam daha sonra kendi haline terk edilmiş ve harap olmuştur. 1950 yılından itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğünce onarım gören cami bugün ibadete açılmıştır.

Tokat'ta orjinalliğini en fazla koruyan tarihi eserlerden biri olan Ulu cami moloz ve kesme taşlardan yapılmıştır. Ahşap kirişli ve çıta süslemelerle kapatılmış mekanının üzeri dört köşe kiremit bir çatıyla örtülülüdür. Kesme taştan zarif bir minaresi olan Ulu caminin güney batı köşesine bir kuş evi oyulmuştur. Perdahlanmamış kireç taşları üzerine çini görünümü vermek için pastel renklerle boyanmış bu Nahif kolon süslemelerin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Kemer ve alınlarında Selçuklu çinilerindeki geçme rumi motifler ve kemer içlerinde birbirine bağlı küçük panolar halinde 16., 17. yüzyıl iznik çini desenlerini anımsatan süslemeler yapılmıştır. Bunlar Avcı Mehmet tahta çıktığı tarihte yapılan büyük restorasyonda işlenmiş olabilirler. Caminin ilginç yanlarından diğeri de doğu ve batı yönlerindeki revakların, malzeme ve işçilik bakımından birbirinden ayrı olmasıdır.



TAKYECİLER CAMİİ

Diğer camilere göre değişik mimari üslubu olan Takyeciler camiinin yapıldığı tarihi bilinmiyor. Sadece güney duvarının bedestene doğru olan köşesinde 1871 tarihli (Sultan Aziz zamanı) bir tamir kitabesi varmış. Ancak caminin bu tarihten çok evvel yapıldığı anlaşılıyor. Camide moloz ve kesme taştan yapılmış mekan ve kolonlar üzerinde dokuz kubbe bulunmaktadır.

Tokat'ta her döneme ait özellikleri taşıyan camiler görmek mümkündür. Halen il merkezinde ibadete açık olan 59 cami ve mescitin 39 tanesi Osmanlılar zamanında yapılmıştır.



HANLAR

TAŞHAN

Gazi Osman Paşa caddesi üzerindedir "Voyvoda han" da denilmektedir. 1631 yılında yaptırılmış büyük bir Osmanlı anıt eserdir. Yüzyıl evvel Vakıftan şahıs mülkiyetine, buradan Vakıf idaresine ve daha sonra cezaevi yapılmak üzere Adliye Vekaletine satılmıştır. Bir süre et ve sebze hali olarak kullanılan han, son yıllarda restore edilmiştir.

Kuzey güney konumunda, kesme taş ve tuğladan, dikdörtgen ve iki katlı inşa edilen hanın ortasında, büyük bir avlu yer almaktadır. 32 odası ve bir mescit mahalli bulunan hanın her iki katında, avluya bakan revaklar bulunmaktadır. Sadece doğu yönündeki blokun birinci katında revak yoktur. Yeni yapılan restorasyonda sundurmalar kaldırılarak, üst kat revaklarının açık kemerleri camlı, bol ışıklı kapalı mekanlar haline getirilmiş orjinal çatı kaplaması olan kiremitlerin yerine bakır folyolar örtülerek son şeklini almıştır. Kesme taştan yapılmış uzun ve güzel bir cephesi olan Taşhan'ın batı yönündeki dış duvarları sağırdır. Diğer üç yanındaki hücrelerde çeşitli meslekten ticarethaneler sıralanmıştır.



SULU HAN

Sulu sokakta bedesten yanındadır. Kitabesi olmadığından yapılış tarihi bilinmiyor. 1930 yılına kadar cezaevi olarak kullanılan han 1957 yılında Vakıflar tarafından restore edilmiş ve o günden beri öğrenci yurdu olarak kullanılmaktadır. Yapım tekniği ve malzeme olarak Yağcıoglu hanı ile çağdaş görünmektedir. İki katlı olan hanın restorasyonda orjinal özellikleri bozulmuştur. Özellikle çatı örtüsünde kulanılan çinko levhalar yapı ile hiç uyuşmamaktadır.



YAĞCIOĞLU HANI

Sulu sokakta ço harap durumda iken 1985 yılı Ağustos ayında belediye tarafından yaktırılmış yerine çeşitli işyerleri yaptırılmıştır.1935 yılında Tokat itfaiye grubunun karargahı olan hanın kitabesi bulunamadığı için hanın yapım tarihi hakkında bilgi yoktur. Mimari üslup olarak Taşhanı anımsatan yapı malzeme ve yapım tekniği bakımından daha eski özelliklere sahip. Moloz taş ve tağladan örülmüş duvarları ile ilginç bir portali olan hanın sokağa bakan dar cephesine rağmen güney yönündeki derinlemesine bir konuma sahipti.



DEVELİK HAN

Takyeciler camiinin güneyinde yer alır. Kendi haline terk edilmiş harap durumdadır. Mimari planlaması ve yapı malzemesine bakılırsa 15., 16. yüzyılda inşa edilmiş olmalıdır. İki katlı revaklı avlusu olan han, kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır.



PAŞA HAN

İvaz Paşa mahallesinde, Sulu sokağın sonundadır. 1. Sultan Mahmut zamanında Zararlızade Mehmet Paşa tarafından 1752 yılında yaptırılmıştır. Mehmet Paşa Trabzon ve Sivas valiliklerinde bulunmuş, 1756 yılında Reşadiye'nin Kabaklı köyünde vefat etmiştir.

Paşa Hanın kesme taştan yapılmış güzel bir portali ve çevresi sağır duvarlarla kapalı bir avlusu vardır. Avlu içide bugün hiç bir yapı izi kalmamıştır. Güney yönündeki orjinal servis kapısı yerinde korunmakta olup, portalin orjinal kapısı sökülmüştür.



SULU SOKAKTA HAN

Gazi Osman Paşa caddesinden Sulu sokağa girdiğimizde, ikiyüz metre kadar girilince sağ tarafta orjinal kapısı korunmuş, yaklaşık 12 m. yükseklikte kerpiç duvarlarla çevrelenmiş küçük bir han görülür. Kuzeyde ikinci bir kapısı olan han, günümüzde hurda deposu olarak kullanılmaktadır. İç yapıları yıkılmış, yerlerine barakalar yapılmıştır.



BEDESTENLER

Sulu sokakta, Takyeciler camii doğusundadır. Evliya Çelebinin "Sultan çarşısı kadar güzel bir çarşıdır. Halep ve Bursa çarşıları gibi gayet tertip üzerere kurulmuştur" dediği bedestenleri İstanbul kapalı çarşısının bedesten bölümünü anımsatmaktadır. Tuğladan örülmüş tonozlar üzerinde onbir kubbenin yer aldığı bu Osmanlı ticaret merkezinin yapıldığı tarih belli değildir. 15 veya 16. yüzyılda yapıldığı anlaşılan Bedestenin güney ve kuzey yönlerinde karşılıklı birer kapısı vardır. Günümüzde depo olarak kullanılmaktadır. İnce harçla örülmüş kolon ve tonozlardaki ustalık son derece ileridir. Bedesten görülmeye değer bir mimarlık eseridir.



ÇEŞMELER

ALACA ÇEŞME Yaptıran: Kara Arslan (1282)

ŞEYH ŞEHABETTİN Yaptıran: Şeyh Şehabettin (1304)

UZUN SEKİ ÇEŞMESİ (Yaptıran: İlyasoğlu Solak Ali (1495)

ACEPŞİR ÇEŞMESİ Yaptıran: Hacı Mahmut Bini Hacı Ahmet (1586)

MUSA ÇEŞMESİ Yaptıran: Musa Bey (1594)

ESKİ KASAPHANE ÇEŞMESİ Yaptıran: Sefer Paşa (1653)



TOKAT SAAT KULESİ




Behzat semtinde ve kentin her semtinde görülecek şekilde, Behzat camiinin güney yönünde 1902 yılında yapılmıştır. Kapısı güney yönündedir. Yüksekliği 33 m. dir. Kesme taştan yapılmıştır. 2. Abdulhamit'in padişah oluşunun 25. yılı için halkın yardımlarıyla mutasarrıf Bekir Paşa ve belediye reisi Mütevellioğlu Enver bey tarafından yaptırılmıştır. 1917 yılında alafırangaya çevrilen saat kısmı, dört yöne büyük kadranlarla ve her yarım saat başlarında iki dakika ara ile tam çalar durumdadır. sesi kentin her semtinden rahatlıkla duyulabilmektedir. Kitabesi bilinmeyen nedenlerle kazıttırılmış ve yalnız 1902 tarihi bırakılmıştır.



KALE: TARİH-İ BİNA-İ KAL'A-İ TOKAT

M.S. 5. veya 6. yüzyıllarda kurulmuş olabileceği tarihi olay ve kayıtlardan anlaşılan kale, yaklaşık 500 yıl Bizans egemenliğinde kalmıştır. (Bu dönemde Evdoksia ve Dokeia ismi ile biliniyordu) İlk defa 1074 yılında Danişment Melik Ahmet Gazi tarafından fethedilen kale kısa aralıklarla el değiştirmiş, sırasıyla Selçuklu ve Osmanlıların egemenliğine geçmiştir. Dik ve sarp kayaları üzerinde kurulu kale, doğal bir hisar durumundadır. Kayseri ve Diyarbakır da olduğu gibi, düz alanda kurulmuş, çevresi yüksek duvarlarla örülü bir "Sur kenti değildir. Osmanlı tarihçilerinin birinci derece "müstahkem mevkii" didikleri kale, Tümur ve Şah İsmail gibi zamanın en güçlü hükümdarlarına baş eğdirmiş, buradan bir taş sökemeden gitmişlerdir.

Osmanlı devleti zamanında "Çardak-ı Bedevi" denilen zindanı başta Bizans imparatoru A. Diogenis olmak üzere bir çok ünlünün tutsak yeri olmuştur.

Kentin kuzey batısında yer alan kale bütün yöreye hakim bir yükseklikte olup, kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır. Selçuklu ve Osmanlılar zamanında sık sık onarım görmüş, yeni ilavelerle savunma ve gözetleme yerleri inşa edilmiştir. Dış ve iç duvarlarla korunan kale doğu batı yönünde yükselen iki kaya gurubu üzerine kurulmuştur. Kuleleri, burçları ve mazgalları vardır. Yer sarsıntılarından kurey ve güney yönündeki duvarları tamamen yıkılmış, baş burç ve ayar kayası üzerindekiler sağlam kalmıştır. Kaleye, kuzey yönündeki bir kaya oyuğundan girilir. İçinde her çeşit ihtiyaca yetecek düzeyde erzak depoları, sarnıç, cephanelik, hizmet binaları, emanet odaları ve bir de cami bulunmaktaymış. Günümüzde bunlara ait tonozlu yapılar ve temel kalıntıları durmaktadır. Yıldırım Beyazıt'ın yaptırdığı veya restore ettiği caminin yeri belirli değildir.

Kale duvarları incelendiğinde Bizans, Selçuk ve Osmanlılara ait izler görmek mümkündür. Güney yönünde, ayakta kalabilmiş büyük burçlardan birinin duvarında, taştan yapılmış müslüman mezar sandukaları, yapı maalzemesi olarak kullanılmıştır. Kalenin güneybatısında çok eski çağlardan kalma bir kaya mezarı oyulmuştur. Mezarın ağzında bir kolon ve biri büyük iki hücre bulunmaktadır





Bursa'nın Tarihi Eserleri



Turizm potansiyeli açısından İstanbul'dan sonra en önemli merkezlerden olan Bursa, tarihi eserlerinin zenginliği ile gözleri kamaştırmaktadır. Bursa ve İznik erken Hıristiyanlık ve Osmanlı döneminin eşsiz eserleri ile süslüdür. Türkiye'nin kış turizmi merkezi olan Uludağ Kayak Merkezi Bursa'ya 40 dakika uzaklıktadır ve kış turizminin bütün olanaklarına sahiptir. Marmara Denizi kıyıları uzun yıllardan beri bütün Türkiye'nin tercih ettiği tatil yöreleridir. Uludağ Milli Parkı günübirlik turizm, kampçılık ve trekking için ideal bir ortamdır.

Uludağ etekleri özel araçları ve cip safari ile geziye çıkanlara sihirli güzelliklerini sunar. Pek çok keşfedilecek yer arasında Bursa ilçelerinin tabii güzellikleri, çağlayanları, mağaraları ve otantik Osmanlı köyleri yer alır. Bursa kaplıcaları Roma Dönemi'nden beri kullanılan sağlık merkezleridir.

Bursa Bursa


İznik ve Uluabat (Apolyont) gölleri yüzme, kano ve sörf gibi su sporları için ideal alanlardır. Bursa'yı tanımak için kent içinde en az iki gün konaklamak gerekir. Tabiat güzelliklerini tanımak tamamen arzuya bağlıdır. İlk ve Orta çağın en önemli merkezlerinden biri olan İznik'e bir gün ayırmak gerekir.

Bursa bütün zenginliklerini keşfe çıkan Türkiye ve Dünya insanlarını ünlü konukseverliği ile ağırlamaktan gurur duyan insanların yönettiği her zevke hitabeden konaklama tesislerine sahiptir.

Emir Sultan Camii ve Türbesi


Emir Sultan Camii, Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.

Bursa'nın doğusunda Emir Sultan mezarlığının yanında selvi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Batıdaki merdivenlerden çıkılarak iki sütun arasındaki kapıdan geçilip geniş avluya girilir. Ortada şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Avlu ahşap revakla çevrelenmiştir. Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Mihrabı XVII. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır. Emir Sultan Buhara'da doğmuştur.

Kendisi Osmanlı Devleti kuruluş döneminin (1. Beyazıt, Çelebi Mehmet, 2. Murat dönemlerinde yaşadı) ünlü din adamı Es-Seyyid Şemsüddin Mehmed bin Aliyyül Buhari olarak bilinir. Bursa'ya 1391'de göç etmiş ve Yıldırım Bayezıd'in kızı Hundi Hatun'la evlenmiştir. 1429'da vebadan vefat etmiştir. Hundi Hatun'un yaptırdığı türbeden günümüze bir şey kalmamış, şimdiki türbe Sultan Abdülaziz tarafından 1868 yılında yaptırılmıştır. Emir Sultan türbesinde Emir Sultan, eşi Hundi Hatun, iki kızı ve oğlu Emir Ali yatar. Sekizgen planlıdır. Doğudaki kapıdan girilmektedir. Türbe zemini avlu seviyesinden aşağıdadır.

Yeşil Türbe


Yıldırım Bayezid'in oğlu Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1421 yılında yaptırılmıştır. Mimarı Hacı İvaz Paşa'dır. Bursa'nın sembolü haline gelen yapı şehrin her yerinden görülebilecek bir konuma sahiptir. I. Mehmet Çelebi sağlığında türbeyi yaptırmış, 40 gün sonra da vefat etmiştir. Türbede Çelebi Sultan Mehmet ile oğulları Şehzade Mustafa, Mahmut ve Yusuf ile kizlari Selçuk Hatun, Sitti Hatun, Ayşe Hatun ve dadısı Daya Hatuna ait olmak üzere toplam 8 sanduka bulunmaktadır.

Dışardan bakıldığında tek katlı görünen türbe, sandukaların bulunduğu salon ve bunun altında yer alan beşik tonuzlu mezar odasıyla beraber iki katlıdır. Dış duvarlar turkuaz çinilerle kaplıdır. Türbenin içi, sandukalar, mihrab, duvarlar, cümle kapisi ile cephe kaplamaları da çiniden yapılmıştır. Kıbleye bakan mihrabı bir sanat eseridir. Buradaki çiniler İznik çiniciliğinin şaheser örnekleridir.

Evliya Çelebi'nin gezi yazılarında da türbe ile ilgili bilgi yer almaktadır. Ancak türbeyle ilgili bahis; içinde medfun bulunan Çelebi Sultan Mehmet Han'ın yaşamı üzerinden ele alınmakta, mimari hakkında olarak özel bir bilgi verilmemektedir. Bununla birlikte metinden yapının o dönemde yeşil imaret adı ile anılmakta olduğu öğrenilmektedir.

'824 senesinde vefat etti. Yedi sene, on bir ay, on iki gün padişahlık yaptı. Vefat ettiğinde 38 yaşında idi. Kabri, Yeşil İmaret adıyla bilinen külliye içindeki nurlu camiinin kıble tarafında bulunan nakışlı kubbe altındadır.' (Basri Öcalan, 2008)

Türbe'ye yeşile bakan çinilerle kaplı olmasından dolayı Yeşil Türbe ismi halk tarafından verilmiştir. Portal 1855 depreminde büyük hasar görmüş 1864'de horasanla sıvanarak bugünkü görünümüne sokulmuştur. Sağlı sollu mihrapçıklar, ayakkabılıklar, türbenin kitabesi ve 13 dilimli yarım kubbe, çeşitli renk ve motiflerle kabartma renkli sır tekniğinde işlenmiştir. Rumiler, palmetler ve rozet motifleri ile oya gibi işlenen kapının kanatları günümüzde tüm çarpıcılığı ile ortadadır. Bir sanat şaheseri olan kapıyı Tebrizli Ahmed oğlu Ali yapmıştır. Sekizgen bedeni, sıvalı yüksek kasnağa oturan kurşunla örtülü büyük bir kubbe örtmektedir. Türbenin içine geçildiğinde iç mekân sanki çini cennetine girildiği hissini verir. Duvarlar 2,94m yüksekliğe kadar iki bordürle çevrili, altıgen türkuaz çinilerle kaplıdır. Bunların aralarında iri madalyonlar yer almaktadır. Türbe günümüze ulaşan en muhteşem çinili mihraba sahiptir. Renkli süsleme sanatının bir şaheseridir. Yivli süs sütunları, üç sıra mukarnası, rumi palmetleri, kıvrık dal motifleri, kalın yazı dizileri ve tepeliği ile Yeşil Camii mihrabını andırmaktadır. Sekizgen platformun ortasında Çelebi Sultan Mehmet'in kendisine has vakarı ile duran tamamen çini dekorasyona sahip sandukası yer almaktadır. Üzerinde kabartma sülüs celisi ile yazılı kitabesi vardır. Güneyinde oğulları Mustafa ve Mahmud'a ait sandukalar yer almaktadır. Kuzeyindeki ise oğlu Yusufa aittir.

Platformun arkasındakiler, kuzeyden itibaren Çelebi Mehmet'in kızı Selçuk Hatun'un kabartma kitabeli sandukası, kızı Sitti Hatun (Safiye)'un beyaz zemine lacivert motifli, altıgen ve üçgen çinilerle kaplı sandukası, Ayşe Hatun ve dadısı Daya Hatun'un sandukalarıdır. 328 metrekarelik alana oturan türbenin oktogonal prizma gövdesi, zeminden aşağıda da devam ederek mezar dairesini oluşturur. Beşik tonozla kaplı mezar dairesi örme duvarlarla beş ayrı bölüme ayrılmıştır.

Osmangazi Türbesi

Bursa kuşatmasının devam ettiği sırada Osman Gazi oğlu Orhan Bey'e şehir içindeki kubbeli yapıyı göstererek "Oğul; ben öldüğüm vakit beni Bursa'da şol gümüşlü kubbenin altına koyasın" demiştir. Günümüz Tophane Parkı'nın girişinde solda kalan bu kubbeli yapı Mesihilerin şapeline aitti. Bursa fethedildikten sonra, şapel mescide çevrildi ve Osman Gazi buraya defnedildi. Saint Elias(Elia-İlyas) Manastırı'nın bölümüne ait olan şapelin içi 8,3 m. genişliğindeki duvarlara bitişik çift sütüncuklarla ayrılmış, yarım yuvarlak nişli, sekizgen plana sahipti. XI. yüzyılda yapıldığı bilinen bu şapel'in şekli, Roma İmparatorluk devrinden itibaren uygulamaya başlanan örneklerle büyük benzerlik göstermektedir. Şapel'in narteks kısmının olduğu yere gömülen mezarlar, günümüzde açıkta kalmıştır. 1855 depreminde yıkılan türbe 1863'te Sultan Abdülaziz tarafından eski plana sadık kalınarak yapılmıştır. Türbe kubbe ile örtülü sekizgen plana sahiptir. Türbe'ye kuzeydeki ahşap antreden geçilerek girilir. Ortada sedef kakmalı muhteşem ahşap sanduka Osman Gazi'ye (1258-1326) aittir. Solunda oğlu Alaaddin Bey, bunun yanında Hüdavendigâr oğlu Savcı Bey sağında, Aspurça Hatun'un oğlu ibrahim Bey ile adları bilinmeyen on iki sanduka vardır. Türbe'de Konya Sultanı Alaaddin tarafından Osman Bey'e gönderilen çok büyük bir davul ve tesbih sergilendiğinden, halk arasında Davullu (Davud) manastırı denmesine neden olmuştur. Bunlar bir yangın sırasında yanarak kül olmuştur. Türbe, konak salonları dekorasyonu şeklinde bezenmiş, pencerelere kumaş perdeler takılmıştır. Fransız mimari stilinde yapılan bu kısımda ufak bir mihrap görülmektedir. Pencere parmaklıkları dökme demirdendir.


Orhangazi Türbesi

Tophane parkının girişinde sağdadır. Bursa'nın fethinden önce şehrin metropolit manastırı olan Saint Elias manastırı XI. yüzyılda yaptırılmıştır. Kilise bir orta nef ile iki yan neften oluşmaktadır. Ortada gri mermerden dört sütunun taşıdığı kubbe vardır. İçi gri mermer levhalarla kaplanmıştır. Apsis kısmında gri mermerden sütunların ayırdığı üç pencere vardır. Bu kısmın önünde dört basamak bulunmaktaydı. Giriş kısmında altı adet yeşil somaki mermer sütun yükselmekteydi. Zemin bugün de izleri görülen mozaik döşemeye alternatif olarak porfir, diğer renklerde küçük mozaiklerden meydana gelmiş tezyinat, yuvarlak antraklar ve düz mermer levhalardan oluşmaktadır. Orhan Gazi'nin defnedildiği bu bina 1801 kasım ayında büyük bir yangında hasar görür ve onarılır. 1855 yılındaki depremde ise önemli kısmı yıkılır. 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından eskisine sadık kalınarak yaptırılır. Türbe kare planlıdır. Her cephesinde üçer pencere vardır.

Güney cephesindeki orta pencere kapı şekline çevrilmiştir. Daha önce giriş kapısının önünde bir sundurma vardı. Orta kısmında dört sütunla ayrılmış ve birbirine kemerlerle bağlanmış, üstüne kubbe oturtulmuştur. Yan kısımlar beşik tonozla örtülüdür. İç duvarlar beyaz kireç badanadır. Pencere üstlerinde alınlık şeklinde sade süslemeler görülmektedir. Ortadaki sanduka Orhan Gazi'ye aittir. Etrafı dökme pirinç parmaklıklıdır. Kuzeyinde Cem Sultan'ın oğlu Abdullah, sağında Şehzade Korkud, hanımı Nilüfer Hatun, oğlu Kasım, kızı Fatma ve Yıldırım Bayezıd'in oğlu Musa Çelebi ile isimleri tespit edilemeyen on dört sanduka vardır.

Koza Han

Ulucami ile Orhan Cami arasındaki geniş sahadadır. 1492 yılında II. Bayezıd İstanbul'daki cami ve medresesine gelir temin etmek için yaptırmıştır. Hanın mimari Abdül-ula bin Pulad Şah'dır. İki katlıdır. Üst katta 50, alt katta 45 olmak üzere 95 odası vardır. Kuzeydeki taç kapı büyük taştan kabartma süslerle yapılmış olup muhteşem görünüşe sahiptir. Üst katta güneye açılan bir kapısı, avludan ilave kapılara açılan geniş kapı ve buradan da Orhan Cami tarafına açılan bir kapısı vardır. Hanın iç kısmındaki geniş avlunun merkezinde mescid yer almaktadır. Mescid sekiz cephelidir, köşelerdeki ve ortadaki bir ayak üzerine oturmaktadır. Alt kısmı şadırvan şeklindedir. Günümüzde ünlü Bursa ipekçiliğinin merkezi durumundadır.


Pirinç Han


Pirinç Han, Sultan II. Bayezid tarafından İstanbul'daki vakıflarına gelir sağlamak amacıyla 1508 yılında yaptırılan han. Pirinç Hanın mimarları Yakup Şah bin Sultan Şah ve Ali bin Abdullah'dır. Bina emini Ecebey bin Abdullah ve Nazır Muhiddin'dir. Alt katta 38 üst katta 48 oda bulunur orjinalinde avlusunda 16gen şadırvanın bugün hala izleri görülmektedir. Bugün alt kat cafe üst kat boş olarak kullanılmaktadır.


Geyve Han


XV. yüzyılda Hacı İvaz Paşa tarafından Yeşil Cami'ye gelir temini için yaptırılıp Çelebi Mehmed'e hediye edilmiştir. Han Bursa'dadır Demirkapı Çarşısı'ndadır. Eskiden Lonca Hanı da denilmekteydi. İki katlı olan hanın altında 26, üstünde 30 odası vardır. Dört cephesinde iki giriş kapısı mevcuttur. Batıdaki giriş kapısı iki tarafı kemerli beşik tonoz'ludur. Han tuğla ve moloz taş ile inşa edilmiş olup kirpi saçak'lıdır. Ayakları ve kemerleri tuğladan yapılmıştır. Odalar dairevi tonoz'la kaplıdır..


Ulu Camii



Bursa'nın en heybetli ve en çok cemaat alan camiidir. Sultan Yıldırım Bayezıd Niğbolu savaşını kazandıktan sonra 1398-1400 'lü yıllarda inşa ettirmiştir. Cami kalın duvarlara ve 12 büyük yığma ayaklara bağlanan kemerlere ve pandantiflere oturan 20 kubbe ile örtülüdür. Orta kısmındaki kubbenin üstü camlıdır. Altında 16 köşeli mermer şadırvan vardır. Dikdörtgen planlı cami yaklaşık 5000 metrekare boyutlarındadır. Caminin inşa edileceği yerdeki yapıların istimlakı sırasında bir kadın evini satmak istemeyince zorla alınır. Gönül rızası olmadan alınan yerde namaz kılınmaz gerekçesiyle evin yerine gelen kısımda şadırvan yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Minberi ağaç işçiliğinin bir şaheseridir. Oyma kabartma, geometrik, yıldız, çivi başları ve gülçelerle süslüdür. Taç kapısı başlı başına sanat abidesidir. 1399-1400 yıllarında tamamlanmıştır. Sanatkarı Mehmed bin Abdülaziz Dakıva'dır. Zarif sekiz ceviz sütun üzerine oturan müezzin mahfili 1549 yılında yapılmıştır. Mihrabı sekiz sıra stalaktitlidir. Kum saatinin etrafındaki Ayet'el-kürsi sülüsle yazılmıştır. Ayrıca küfi ihlas suresi yazılıdır. Mihrap 1571 yılında tamamlanmıştır. Rumi ve palmetlerle ince işlenmiş küçük geçme panolar, geometrik örnekli korkuluk şebekeleri, ön cephesindeki kitabe ve şebekeli tacı ile minber Selçuklu üslubundan Osmanlı üslubuna geçişin şaheseridir. Camideki diğer yazılar ve yaldız boyalar 1904 yılında Mehmed Usta tarafından yapılmıştır. Caminin ilk yapıldığı zaman üç tane olan kapısına 1740 yılında Hünkâr Mahfili kapısı eklenmiştir. Kapıların ikisi yenidir. Altıngenlerin oluşturduğu, yıldızların dekore ettiği tablalardan meydana gelen doğudaki ceviz kapı, cami ile aynı yaştadır. Tek sütun üzerine oturan yuvarlak mermerden kürsü 1815 yılında yapılmıştır. Cepheler sağır kemerler içinde, altta ve üstte ikişer pencereden oluşmaktadır.

Cephelerin tümü kesme taştan yapılmıştır. Caminin kuzey cephesinin köşelerinde, kaidesi mermerden gövdeleri tuğladan örülmüş birer minaresi vardır. Batıdaki minarelerin içinde çift merdiven mevcuttur. Bunun yardımı ile çatıya çıkılmaktadır. Cami, Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin tarafından 1403 yılında ve Karamanoğlu Mehmed Bey'in 1413 yılındaki Bursa muharasası sırasında yaktırılmıştır. 1 Mart 1855 tarihlerindeki büyük depremde ve 1889 yangınında hasar görmüştür.


Şerefeler her iki minarede de aynı olup tuğlalı mukarnaslarla bezelidir. Kurşun kaplı külahlar 1889'daki yangında ortadan kalkınca, bugünkü boğumlu taş külahlar yapılmıştır.Türk islam dünyasının en eski camilerinden birisi ulu camiidir. Minberin giriş kapısının üzerindeki kitabede altın yaldızla Osmanlıca olarak, 'Yıldırım Beyazıt Han tarafından hicri 804 (miladı 1402) yılında yaptırılmıştır' ibaresi yer alıyor.


Bursa Kalesi


Brithynialılar zamanında yapılmaya başlanan kale daha sonra ihtiyaç duyuldukça Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğunca çeşitli onarımlara tabi tutulmuştur. Surlarda görülen kiklopien taşların önemli kısmı Roma devrine ait sütunlar, lahit parçaları, adak mezar steli, heykel kaideleri, şeref kitabeleridir. Bunlar hisar kapının doğusunda yoğunluk kazanmaktadır. Surların sadece güney kısmındakiler çift duvarlı ve beş köşeli burçlarla sağlamlaştırılmıştır. 1326 yılında Bizanslılardan alınan Bursa'nın surları Orhan Gazi tarafından üç köşeli burçlarla takviye edilmiştir. Çakır Ağa Hamamı ile Tophane arasında biri silindir gövdeli, ikisi üç köşeli büyük burç kalıntıları vardır. Bunların arasında yer alan Hisar Kapı 1855 yılındaki depremde yıkılmıştır. Buradan doğuya dönen surlar, evin bahçe duvarlarına temel vazifesi yapmıştir Yıldız Kahve'den güneye uzanan surlarda yuvarlak kemerlerle mazgal delikleri görülmektedir. Kahvenin önünde Kaplıca Kapı yer almaktadır. Yıkık duvarlar halinde devam eden surlar, Zindan Kapıya bağlanmaktadır. Zindan Kapı yanındaki köşeli burç Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1418 yılında yaptırılmıştır. Zindan Kapıdan Üftade'ye kadar nisbeten sağlam devam eden surlar, Pınarbaşı Kapısı'na oradan da Üftade yanındaki Yer Kapı'ya ve tekrar Çakır Ağa Hamamı karşısında bağlanmaktadır. Pınarbaşı Kapı ile Zindan Kapı arasında birbirine paralel uzanan surların kesme taşlı bölümleri yerlerinden sökülmüş olduğundan şimdi sadece moloz taştan kireç kum harcı ile örülmüş kısımları ayaktadır. Pınarbaşı Kapı ile Zindan Kapı arasındaki ön surlar, evler arasında kaybolmuştur. Diğer sur kalıntılarında ise bu kısımda yapılan evlere giriş kapıları ve boşluklar Osman Gaz oluşturulmak maksadı ile tahribatlar yapılmıştır.


Abdal Köprüsü


Abdal Köprüsü, Nilüfer Çayı üzerinde Acemler ve Hürriyet Mahallelerini birbirine bağlayan tarihi bir köprüdür. Acemler Köprüsü olarak da bilinmektedir. Köprü Abdal Çelebi isimli bir tüccar tarafından 1669 yılında yaptırılmıştır. Bursa Salnamelerine göre (1906) 12 gözlü olan bu köprünün iki ucu toprak altında kalmıştır. Köprü 64 m uzunluğunda, 4.75 m genişliğindedir. Orta kısmı yol seviyesinden biraz daha yüksekte ve sivri kemerlidir. Köfeki taşından yapılmış olan köprünün kuzey tarafında bir mihrap nişi, ayakları üzerinde de selyaranlar bulunmaktadır. Bu köprü 1971 yılında Karayolları tarafından onarılmıştır. Günümüzde köprü araç trafiğine kapalıdır. 2008 yılı içerisinde Nilüfer Vadisi Projesi kapsamında köprünün dere yatağı yeniden düzenlenmiştir.


Irgandı Köprüsü


Irgandı Köprüsü, Bursa kentinde, zanaatçıların geleneksel el sanatlarını icra ettiği köprü. 1442 yılında Irgandılı Ali'nin oğlu Hacı Muslihiddin tarafından inşa edildi. 1854 yılında Büyük Bursa Depremi'nde hasar gördü. Kurtuluş Savaşı'nda Yunan ordusu tarafından bombalandı. Irgandı Köprüsü, 2004 yılında Osmangazi Belediyesi tarafından yenilendi ve kullanıma açıldı.


Bursa Irgandı Köprüsü Bursa Irgandı Köprüsü Bursa Irgandı Köprüsü



Dünyada, Irgandi Köprüsü'ne benzer üç çarşılı köprü daha vardır. Bunlar Bulgaristan'ın Lofça kentinde Osma Köprüsü, İtalya'nın Floransa kentinde Ponte Vecchio Köprüsü ve Venedik kentinde Rialto Köprüsü'dür.

XVII. yüzyılda Bursa'ya gelen Evliya Çelebi bu köprünün mimarisi ve onunla ilgili öyküleri anlatmaktadır. "Evsaf-ı cisr-i Irgandi. Bursa'nın bir çarşısı da Gökdere'deki Irgandi Köprüsü üzerindedir ki, yemin ve yesar ikiyüz kadar hallac dükkanlarıdır. Hücrelerinin pencereleri zir-ü paylerinden cereyan eden Gökdere'ye nâzırdır. Ve bu cisr dükkânlarının üzeri cümle tonoz kemerler ile mebni olub kurşun ile mesturdur. Bu cisrin iki başında kal'a kapuları gibi temiz kapılar üzere mazgal delikleri vardır. Cizrin bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at bağlanır".


Uludağ



Bursa'nın 32 kilometre güneyinde, karayolu ile Bursa'ya 40 dakikadır. Antik dönemde Olympos Misios adıyla tanınan Uludağ, Troya Savaşı'nı tanrıların izlediği yer olarak ta mitolojideki yerini almıştır. 2543 metreye ulaşan doruğu ile Batı Anadolu'nun en yüksek dağıdır. Olağanüstü tabii yapısı, flora ve faunasının zenginliği ile 1961 yılında Milli Park ilan edilmiştir. Türkiye'nin en önemli Kış Sporları ve kış turizmi merkezidir. Kayak tesislerinin yeterliliği ile konaklama imkanları Uludağın vazgeçilmez bir tatil yöresi olmasını sağlamaktadır. Yaz aylarında kampçılık, trekking ve günübirlik piknik alanı olarak yararlanılması Uludağ'ı her mevsim çekici kılmaktadır. Uludağ 20 Aralık - 20 Mart tarihleri arasında 120 gün/yıl süreli kayak mevsimine sahiptir. Ulaşım Bursa'dan Uludağ Milli Parkı giriş kapısına (Karabelen) 22 km.lik asfalt yol ile ulaşılabilmektedir.

Buradan oteller yöresi ve kayak merkezine 10 Km.lik asfalt + parke yolla ulaşılmaktadır. Ayrıca Bursa'dan 20 dakikalık bir teleferik yolculuğu ile Uludağ Milli Parkı Sarıalan kamp ve kullanım alanına ulaşılabilmektedir.



Kaynak: http://www.agbursa.com/modules.php?op=modload&name=Bursa&file=tarihi_eserler


Tarihi Eser Nedir


Tarihi eser geçmiş uygarlıklardan kalan kalıntı ve eserlere verilen genel bir addır. Geçmişten günümüze kalan bu eserler tarihimize ışık tutukları içinde son derece değerli eserlerdir, günümüze kadar gelebilen bu eserler sayesinde tarih öncesi insanların yaşayış şekilleri hakkında fikir sahibi olmaktayız eski uygarlıklardan bu güne kadar kalmayı başaran ve çeşitli araştırmalar sonucunda elde edilen eserlere tarihi eser diyoruz.
Günümüzde bu eserleri hem tarihi geçmişi açısından araştıran kurumlar hemde değerli olmaları nedeniylede defineciler tarafından vazgeçilmez bir araştırma olmaya devam etmektedir.
Tarihi eserlerin
Tarihin siniflandirilmasi
1)- Zamana Göre Sınıflandırma: (Örnek: Ortaçağ tarihi,15. yüzyıl tarihi gibi…)
2)- Mekana(Yer) Göre sınıflandırma: (Örnek:Türkiye Tarihi,Avrupa tarihi gibi…)
3)- Konuya Göre Sınıflandırma: (Örnek: Tıp Tarihi, Sanat tarihi gibi…)
ARKEOLOJİ(Kazı Bilimi): Topragın ve suyun altında kalmıs olan tarihi eserleri ortaya cıkarır, ve bizler Tarihimizde bulunan eserlerden yasayan toplumlarin örf adetleri,yasama bicimleri,sanatlari hakkinda bilgiler ediniriz.
Tarihi eser denilince akla ilk,müzeler,kitaplar,kazilar,resimler,haberler,mak aleler ve eski dönemlerde yaşamış insanlardan günümüze gelen var oluş nedeni veya bazen ne oldugu bilinmeyen varliklarin arastirilmasi gelir..
Tarihi eserlerle yüzyillar öncesine kadar gidip, yasamlari,dinleri,giyim sekillerini , sehirlesme özelliklerini görebiliyoruz.Bu yüzdende Tarihi eserlerin ortaya cikmasi bizlerin gelecegi icin büyük önem tasiyor.Bu yönde bircok vakifta restore islemleri ile bulunan Tarihi eserleri gelecege tasima görevini yüklenmis.
İcinde yasadıgımız cagda, bilim, sanat, kültür, medeniyet ve uygarlıgın gelisimini/ toplumların gecmisini simgeleyen müzecilik, aynı sekilde cesitli bilim dalları içinde etkinligini gösteren önemli bir kültür ve sanat faaliyetidir de. Müze calısmalarının önemli amaclarından biri, gecmise ait kültür, sanat, bilim yapıtlarını, tarihi eserleri ve doga nesnelerini toplayarak, inceleyerek, koruyarak, bunları toplumun hizmetine sunarak, gelecek nesillere önemli bir miras olarak bırakmaktır.

Kaynak: http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/tarihi-eser-nedir+tarihi-eser-hakkinda-bilgi