Sponsorlu Bağlantılar

5 Mayıs 2011 Perşembe

Turkiyede ibadet yerleri





Akdamar Kilisesi

Van Gölü'ndeki Akdamar adasında bulunan kilise 915-921 yılları arasında yapıldı. Mimarı Keşiş Manuel'dir. Ermeni Kralı I. Gagik tarafından yaptırılmıştır. Dört kollu, haç biçiminde bir planı vardır. Taş işçiliği ve duvarlarındaki kabartma figürlerle Ermeni mimarlığının önemli yapıları arasındadır.

Ayasofya (Hagia Sophia)

İstanbul'da 532'de yanan bazilikanın yerinde Bizans İmp. Justinianus tarafından mimar Antemius ve İsidoros'a yaptınlarak 537'de ibadete açıldı. Çeşitli onarımlarla günümüze ulaştı. En büyük onarım Mimar Sinan tarafından yapıldı ve kubbe yıkılmaktan kurtarıldı. 1453 yılında İstanbul alınınca camiye dönüştürüldü. Çeşitli padişahlarca dört minare eklendi. 1934 yılında müze haline getirildi. Mozaikleriyle ünlü yapıyı 55.60 m. yüksekliğinde ve içten 30.80.-31.88 m. çapında 40 kaburgalı bir kubbe örtmektedir. Binanın ağırlığını 40'ı aşağıda, 67'si üst katta 107 sütun taşımaktadır.


AYA İRİNİ (ST. İRENE)

Topkapı Sarayı I. avlusunda yer alan Aya İrini VI. yüzyılda İmparator Iustinianus zamanında inşa edilmiştir. Yapı atrium, narteks, üç nefli naos ve apsisten oluşmaktadır. Malzeme ve mimarisi ile tipik bir Bizans yapısıdır.
1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra kilise camiye çevrilmediği için yapıda önemli bir değişiklik yapılmamıştır.


Uzun süre ganimet ve silah deposu olarak kullanılmıştır. Tophane müşirlerinden Damat Ahmet Fethi Paşa 1846 yılında Türk müzesinin ilk nüvesini oluşturan eserleri burada sergilenmiştir. 1869 yılında Aya İrini, Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adını almıştır. Zamanla, sergi mekânlarının yetersiz kalması nedeniyle buradaki eserler 1875 yılında Çinili Köşk'e taşınmıştır. 1908 tarihinden itibaren Aya İrini Askeri Müze olarak kullanılmıştır. Daha sonra bir süre boş kalan yapı onarılmış ve Ayasofya Müzesi Müdürlüğü'ne bağlı bir birim haline getirilmiştir. Ayasofya Müzesi Müdürlüğü'nün izni ile gezilebilir

Sumela Manastırı

Trabzon'un Maçka İlçesinin Altındere Köyü sınırları içinde Altındere vadisine hakim Karadağ'ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerinde kurulmuş olan Sumela Manastırı, halk arasında “Meryem Ana” ile anılır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı, bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür.
Meryem Ana adına kurulan manastırın “Sumela” adını siyah anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlardan geldiği düşünülmekte ise de, Sumela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir.
Rivayete göre; Bizans İmparatoru I. Theodosius zamanında (375-395) Atina'dan gelen Barnabas ve Sophronios isimli iki rahip tarafından kurulmuş olan manastır 6. yüzyılda İmparator Justinianus'un manastırın onarılarak genişletilmesini istemesi üzerine generallerinden Belisarios tarafından tamir edilmiştir.
Sumela Manastırının şimdiki durumuyla varlığını 13.yüzyıldan itibaren sürdürdüğü bilinmektedir. 1204 tarihinde kurulan Trabzon Komnenosları Prensliği'nden III. Alexios (1349-1390) zamanında manastırın önemi artmış ve fermanlarla gelir sağlanmıştır. III. Alexios'un oğlu III. Manuel ve sonraki prensler döneminde de Sumela yeni fermanlarla zenginleştirilmiştir.
Doğu Karadeniz kıyılarının Türk egemenliğine girmesini takiben Osmanlı Padişahları pek çok manastırda olduğu gibi Sumela'nın da haklarını korumuşlar, bazı imtiyazlar vermişlerdir.
Sumela Manastırı'nın 18. yüzyılda bir çok bölümü yenilenmiş, bazı duvarlar fresklerle süslenmiştir. 19 yüzyılda büyük binaların ilave edilmesi ile manastır muhteşem bir görünüm kazanmış, en zengin ve parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde son şeklini alan manastır pek çok yabancı seyyahın ziyaret ettiği, yazılarına konu edilen bir yer haline gelmiştir.
Trabzon'un 1916-1918 yılları arasındaki Rus işgali sırasında manastıra el konulmuş, 1923'den sonra tamamıyla boşaltılmıştır.
Sumela Manastırı'nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazmadır ve bu yapılar topluluğu oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir.
Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin bugün büyük bir bölümü yıkılmıştır.
Dar ve uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmaktadır. Buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir.
Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir.
Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir.
Sumela Manastırında yer yer sökülerek alınmış olan ve oldukça harap bir görünüm taşıyan fresklerde işlenen başlıca konular İncil'den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana hayatıyla ilgili tasvirlerdir.


Karanlık Kilise


Kuzeydeki kavisli bir merdivenden kilisenin dikdörtgen, beşik tonozlu narteksine çıkılır. Narteksin güneyinde bir mezar bulunmaktadır. Kilise haç planlı, haç kolları çapraz tonozlu merkezi kubbeli, dört sütunlu, üç apsislidir.
Karanlık Kilise olarak adlandırılmasının nedeni, narteks kısmındaki küçük bir pencereden çok az ışık almasından dolayıdır. Bu sebeple fresklerdeki renkler oldukça canlıdır.
Kilise ve narteks İncil ve İsa siklusunu içeren zengin süslemelere sahiptir. Ayrıca Elmalı ve Çarıklı Kilise'de olduğu gibi Tevrat kaynaklı sahneler de resmedilmiştir. Kilise, 11.yüzyıl sonu 12.yüzyıl başına tarihlenmektedir. Sahneler: Deesis, müjde, Beytüllahim'e yolculuk, doğum, üç müneccimin tapınması, vaftiz, Lazarus'un diriltilmesi, başkalaşım, Kudüs'e giriş, son akşam yemeği, ihanet, İsa çarmıhta, İsa'nın cehenneme inişi, kadınlar boş mezar başında, Havarilerin takdisi ve görevlendirilmesi, İsa'nın göğe çıkışı, İbrahim Peygamber'in misafirperverliği, üç Yahudi gencin yakılması ve aziz tasvirleri.


Suleymaniye Camii

Osmanlı'nın eski yapılarında, iki önemli konuya özen gösterilirdi. Bunlardan biri yapının yapılacağı yer, ikincisi de yapının bölümlerinin birbirine uyum sağlamasıdır. Yeri bakımından yapısı yüksek bir alanda bulunsun, bulunmasın yapının sayesinde geniş bir alan görülür. Ne kadar uzağa bakılsa gökyüzü görülür. Yapının genel görünümü gösterişli ve genişçedir. Her ayrıntısı ve çeşitli süslemeleriyle devamlı şekilde sâde ve uyumlu bir etki sağlayabilir.
Mimar Sinan ile öğrencilerinin üstün zekâları sayesinde mey- dana gelen güzel sanat eserleri içinde Osmanlı Mimari usullerinin en gerçekçi olar~k görüldüğü yapı, Süleymâniye Cami'dir.
Camii, Kantarcılar mahallesine bakan bir tepe üzerinde Bâb-ı Vâlâ-yı Seraskeri (Genelkurmay Başkanlığı bugünkü İstanbul Üniversitesi Rektörlük ve diğer binaları) ile Bâb-ı Vâlâ-yı Fetvâ- penâhî (bugünkü İstanbul Müftülüğü binası) arasındadır. Ulu bir görüntü ile göğe doğru uzanır. Geniş avlusunda etrafa göz atıldığında Rumeli ve Anadolu kıtaları ve İstanbul önünde birleşen iki deniz ve adalar görülür. Biraz daha uzaktan ve havanın sisi için- den Keşi~ (Bursa Ulu Dağ) Dağı, açık bir havada Osmanlı'nın eski büyüklüğünü düşündürür.
Böyle bir güzel görünüm insanın aklına hoş düşünceler getirir. Süleymaniye Cami'nin oldukça sade olan dış görünümü, son de rece güzel ve etkili hatları, bulunduğu yerin güzelliğini tamamlar. İnsanın düşüncelerini en doruk noktada kendisini yaratana ulaştırır. Süleymâniye Camü 1556 yılında Kanûnî Sultan Süleyman ta- rafından yaptırılmıştır. Avlusunun iki yanında minareleri vardır. Rivayete göre, dört minâre, camii yaptıranın İstanbul'un fethin- den sonra dördüncü hükümdar olduğunu gösterir. Minârelerin şerefelerinin toplam sayısıda Kanunî Sultan Süleyman'ın Osman- lı Devleti'nin kurucusu olan Sultan Osman Gazi'den sonra onuncu padişah olduğunu belirtir. Cami ön kısmının iki yanındaki minarelerde ikişer ve avlunun sonunda iki minarede de üçer şerefe olup dört minarede toplam on şerefedir ve alt kısımlarında sarkaç süslemeleri vardır.
Yine Cami'nin ön kısmıyla iki yanında bulunan üç güzel k dan içeri girilir. Bu kapıların üstleri yassı kemerlidirler. Kemerin üzerinde de süslü oymalar vardır. Kubbenin etrafında yirmi dört kubbe ve bir o kadar da sütunlar ile bir daire oluşur. Ön kısmında bulunan kapıya en yakın olan iki sütun somaki taşındandır. Diğer sütunlardan sıra ile onu sarı gül renginde mermer ve onu da beyaz mermerdendir. Bu sütunların tamamı mücevherî mimarî yöntemi ile yapılmış olup boşlukları beyaz mermerdir. Sarkaçların uçları dahi süslenmiştir. Caminin çatısında yi: dört kubbe vardır. Kubbelerin iç yüzeyleri yağlıboya üzerine çek motifleri işlenip süslenmiştir. Ortada olan en büyük kubbe beyaz mermerden sarkaçlar ile süslenmiş olup, sarkaçların ucu yaldızlıdır.
Caminin iç kapısının yukarı kısmı üçgen şekilde, süslü beyaz mermerden yapılmıştır. Üzerindeki süsleme son derece güzel olup görünüşü dahi büyük yapılara örnektir. Kapı caminin bütün mimari özellikleri ile son derecede uyumludur.
Cami binası ile 'avlunun duvarı arasında eşit aralıklarda ve her iki tarafta iki küçük oda vardır. Kapı aralığının pencereleri dik- dörtgen şekildedir. Ortalarında mavi yüzey üzerine mineli çiniler ile süslenmiş bir kemer bulunmaktadır. Bu kemerin üzerinde beyaz harflerle âyetler yazılı levhalar vardır.
Kapının önünde avlunun ortasında üzeri çinko kaplı ve birbiri- ne paralel dört yönlü, son derece sade bir şadırvan yapılmıştır. Bunun güzel süslemeleri zümrüd yeşili renkte boyanmış demir parmaklıklardır. Bu parmaklıkların üzerindeki pervazlar beyaz mermerdendir. Bunların üzerinde de büyük yaprak şekilleri bezenmiştir ki bu yaprakların ortalan da zümrüt rengidir.
Avlunun tabanı tamamen beyaz büyük mermer taşlarla döşelidir. Ancak caminin içine girilecek bölümde kapı arasında yani, büyük kapının önünde çok güzel somakiden yapılmış iki metre kadar çapında yuvarlak bir taş konulmuştur.
Her ne ise bu somaki taşın üzerinden geçilip caminin içine girilir. Orada ilgi çekici olarak göze ilk görünen şey caminin son derece geniş alanı ve yüksek kubbesidir. Kubbenin tamamının üzerinde açık, mavi, beyaz ve sarı süslemeler kaplıdır.
Bu renkler cami çok canlı bir şekilde süslemektedir. İçten ve dıştan birçok işlemeler ve oymalar, değerli mermerler ve fağfurî (porselen)ler vardır. Bu işlemelerde beyaz ile mavi, özellikle be- yaz renk çoktur. Somaki ve gül renginde granit sütunlar ve bazı kırmızı çizgiler süslemelere uyumlu şekilde çeşni katarlar. İşlemelerin yaldızlan da son derece sınırlı bir şekilde kullanılmış olduğundan yapının ulu görüntüsüne zarar vermemiştir.
Büyük kubbeyi tutan dört büyük dirsek vardır. Bunların, alt yanında da, giriş katı ile kadınlara özel olan ve kare şeklinde caminin ortasına bakan mahfelin bulunduğu yerin karşısında ikinci katın yan tabakalarının dayandığı sütunlar bulunmaktadır.
Ortada bulunan dairenin etrafında üç yuvarlak kat vardır. Ramazan ve bayram gecelerinde bunların parmaklıkları üzerinde yakılan kandiller yıldız, çiçek ve yaprak gibi şekiller oluştururlar. Bu katların birine kapının yanında yapılmış iki merdivenden girilir. İki yüksek katdan biri ortada bulunan büyük kubbenin al- tındadır. Yukarıda sözü edilen kubbelerin üzerine de cami avlusunun dışından konulmuş ağaç merdivenler ile çıkılır. Bu ikinci
katta insan hoş bir manevî duyguya kapılır. Caminin içinde çıkan her çeşit ses (akustik) orada toplanır. Caminin içinde herhangi bir tarafında al~ak sesle bile söylenmiş olsa, her ne söylenirse orada duyulur.
İlgi çekici insanı şaşırtan diğer bir özellik de mimarlara örnek gösterilebilir. Bunu da aşağıda açıklayalım: Yeraltında birtakım yollar kazılıp üzerlerinde birtakım kemerler yapılmıştır. Bu yollardan caminin içinden dışarıda, Süleymâniye'nin bütün yan yapılarına su dağıtan su depolarına gidilir. Süleymâniye Camii'nin mimarı ünlü Mimar Sinan cami içinde devamlı hoş güzel bir hava bulundurmak için bu yer altındaki yolları yapmıştır. Caminin ta- banının orta kısmında yer alan bu yollar üzerinde tahtadan kapaklar konularak aşağıdan gelen hava aracılığı ile caminin içerisinin yaz mevsiminde devamlı serin ve kış mevsiminde sıcak olması sağlanmıştır.
Süleymâniye Camii’sini süslemekte olan levhaların tümü ünlü hattat Hasan Çelebi tarafından çizilmiş ve yazılmıştır. Bu ünlü hattatın mezarı Sütlüce'de öğretmeni olan kişinin yanındadır. Hasan Çelebi'nin güzel eserlerinden olarak mavi zemin üzerine be- yaz harfleri oluşturan mineli çiniler gerçekten övgüyle anlatılacak eserlerdir. Bu çinilerin etrafı zümrüt mavisi renkte yaprak şekille- ri olarak mihrabın iki tarafını süslerler. Sol tarafta bulunan minber gibi mihrabın da beyaz mermerden yapılmış süslü sarkaçları vardır. Minberi oluşturan mermer taşlar dört parçadır. Minberin kapısıyla kanatlan birinin uzunluğu ve diğerinin yüksekliği sekiz metre olarak tek parça mermerden yapılmıştır. Sağ tarafta bulunan mahfel (Padişaha özel bölme)de beyaz mermerden olup, mücevherî mimari yöntemi ile yapılmıştır ve uçlarında süslü be- yaz mermerden başlıklar ile somakî sütunları vardır. Bu mahfelde abdest almak için çok süslü iki musluk vardır. Mahfelin kapısıyla tahtaları tamamen geometrik şekiller oyulmuş ceviz ağacın- dandır. Yine aynı mahfelde bulunan ceviz bir kürsünün üzerin- deki oymalar da son derece özenilerek yapılmıştır. Caminin diğer tarafında hatib (din konularında konu~san, bilgi veren)'in konuş- ma yeri vardır. Burası sade olarak yapılmış ise de Padişah mahfeli kadar güzeldir ve mücevherî yöntem ile yapılmıştır. Hatib mahfelinin arka kısmında bir kütüphane yapılmıştır. Çok güzel bir parmaklık ile ayrılmıştır. Bu parmaklığın onarımı Sultan I. Mahmud zamanında Sadrazam Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra bu parmaklık Ahmet Vefik Efendi tarafından tekrar onarım yapılarak yenilenmiştir. Camiden dışarı çıkıldığın- da diğer dış katların üslerinden geçilir. Bu katların en a~ağıdaki olanı sıra ile kemer şeklindeki kubbeler ile yapılmıştır. Bu kubbelerin bazıları yüksek ve bazıları da alçak ve dardır. En yukarıdaki kubbe ise müstevî mimari yönteminde yapılmış olup kemerleri aynı hizada dar ve yüksektir.
Kıble tarafında içinde gül ağaçları dikili mezarlar vardır. Bunların ortasında çok güzel türbeler de bulunur. Bunlardan camiyi yaptıran Padişahın (Kanûnî Sultan Süleyman) türbesi de buradadır. Türbenin tanıtımı özel olarak ayrıca yapılacaktır. Türbenin et- rafında gerek padişah soyundan, gerek tarihte adı geçmiş ünlü kişilerden bazılarının mezarları olduğu gibi ünlü Sadrazam Ali Paşa ile ailesi de orada gömülüdür.
Süleymâniye Camii'nin mimarı olan Mimar Sinan'ın mezarı bu anlatılan ünlülerin arasında olmayıp, Caminin dış avlusu ile kendi zamanında Yeniçeri Ocağı olan Bâb-ı Fetvâ-Penâhî (bugünkü
İstanbul Müftülüğü) arasında, kendilerine özel, alçak gönüllüce bir güzel mezar yapmıştır.
Mimar Sinan'ın Yeniçeri (bir askerî sınıf) komutanlarından olduğu ve uzun zaman onur ve şerefle mimar oldukları sürece yeniçeriler sınıfında Hasekilik ulufesi (ücreti) almış olduğu bilinmektedir.
Başlangıçta Osmanlı Devleti'nin askerî gücünü en yüksek düzeye çıkarmış oldukları halde sonraları devamlı ayaklanmalar ile hem padişaha hem de halka zararlı davranışlarda bulunan Yeniçeri Ocağı, Sultan II. Mahmud tarafından yüksek kararlılıkları ile kapatılmasıyla, geride kalanlara yeniçerilerin adını hatıra getirecek bir iz ve eser bırakmayıp herşeyiyle yok edilmiştir. Hatta Yeniçerilerin mezar taşlarında bulunan imâme (başlıklar)leri kırılmıştır. Ancak özel olarak Mimar Sinan'ın mezarına dokunulmamıştır. Padişah Sultan II. Mahmud'un özel izinleri ile Osmanlı Mimarisi'nin öncülerinden olan kişinin mezarı üstünde Hasekîlerin görülmeye değer imâmelerinin şekli bugünde durmaktadır.
Süleymâniye Camii'nin yan yapıları İslâmi bilimlerin öğretildiği özel bir mektep, dört yüksek okul (medrese), bir lise, bir tıb mektebi, bir ilk öğretim mektebi, bir aşevi ve öğrenciler için hastahane, bir hamam ve bir akıl hastahanesinden oluşan külliyeden meydana gelir.
Peçevî Tarihi'nin 424. sayfasında anlatıldığına göre Süleymâniye Camii'nin yapılmasında vekillere (hesap görevlisi, muhasebeci) tarafından tutulan defter kayıtlarında caminin yapım giderlerinin sekizyüzdoksanaltıbin sekizyüzseksen üç (896.883) florin olarak gösterilmektedir. O zaman elli tanesi bir kuruş olmak üzere elliüç milyon yediyüzseksenikibin dokuzyüz (53.782.900) akçe karşılığıdır.
Kanunî Sultan Süleyman'ın zamanındaki bir kuruşun zamanımızdaki gümüş Mecidiye ile elli kuruş yirmiyedi paraya karşılık olacağı Mösyö Belen tarafından tahmin olunduğuna göre Süleymâniye Camii’nin bütün yapım giderleri şimdiki hesaplarla ve Sîm Mecidiye (bir para çeşidi) karşılığı olarak ellidörtmilyon beş- yüzsekizbin dokuzyüzaltmışdokuz (54.508.969) kuruşa ve yahut onmilyon dokuzyüzbin (10.900.000) Frank'a ulaşır. Florin altmış akçe olarak hesaplanırsa yaklaşık yine bu rakkam elde edilir.

Selimiye Camii


Sultan II. Selim tarafından Mimar Sinan'a 1568-1575 yılları arasında Edirne'de yaptırılmıştır. Sinan'ın "ustalık eserim" dediği camidir. Üçer şerefeli, 71 m. yüksekliğinde dört minaresi vardır. Şerefelere üç ayrı merdivenle çıkılmaktadır. Sekiz fil ayağına dayanan kubbesi 31,28 m. çapında olup tabandan yüksekliği 43.28 m.'dir. Mermer minberi ve çinileriyle ünlüdür. 1878'de Rusların Edirne'yi işgali sırasında çinilerinin bir bölümü sökülüp Rusya'ya götürülmüştür. Çevresindeki diğer Sinan yapılarıyla birlikte Selimiye Külliyesi adıyla anılır.



Sultanahmet Camii

Sultan I. Ahmet tarafından İstanbul'da adıyla anılan meydanda 1609-1616 yılları arasında yaptırıldı. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'dır. Türkiye'nin altı minareli tek camisidir. Cami bölümü 64 x 72 m. boyutlanndadır. Caminin içi 260 pencereyle aydınlatılmıştır. Mavi, yeşil ve beyaz renkli çok güzel çinilerle bezendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami" olarak adlandırılmıştır. Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubarî tarafından yazılmıştır. Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur.


Hanlar, Kervansaraylar, Çarşılar, Bedestenler

Sultan Hanı (Alaeddin Kervansarayı)


Aksaray'a 40 km. uzaklıkta ve Sultanhanı kasabasındadır. Selçuklu kervansaraylarının en büyüğü ve en güzelidir. I. Alaeddin Keykubat tarafından 1229 yılında yaptırılmıştır, bir yangından sonra 1278'de onarılarak genişletilmiştir. Mimarı Muhammed bin Havlan el-Dimışki'dir. 50x110 m.ebatında bir plan üzerine yapılmıştır. Yazlık ve kışlık olmak üzere iki bölümdür. Taçkapısının bezemeleriyle ünlüdür.


Rüstem Paşa Kervansarayı

Edirne'dir. 1554 tarihinde Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. İki katlıdır. Birinci katta 39, ikinci katta 41 odası vardır. 1972 yılında restore edilerek otel olarak kullanılmaya başlanmıştır.


Kapalıçarşı

İstanbul Kapalıçarşısı Fatih tarafından kurulmuş, Kanuni döneminde (1520-1566) büyütülmüş, 1701 yılında bugünkü planıyla inşa edilmiştir.


Mısır Çarşısı

İstanbul'da Eminönü'ndedir. IV. Mehmet'in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından Yeni Cami'ye vakıf olarak yaptırılmıştır. Yapımına Mimar Kasım Ağa başlamış, 1660 yılında Mimar MustafaAğa tarafından tamamlanmıştır. Plan I, şeklindedir. Altı kapısı ve 86 dükkanı bulunmaktadır. Son şeklini 1943 restorasyonunda almıştır.





Edirne Bedesteni


Çelebi Sultan Mehmet tarafındanEski Cami(Cami-i Atik)'ye gelir temini amacıyla yaptırılmıştır.(XV. yüzyıl

Medreseler, Darüşşifalar, İmaretler, Hamamlar

Karatay Medresesi

Konya'da 1251 yılında Selçuklu veziri Karatay tarafından bu Selçuklu medresesinin duvarlarınfda ve kubbe içindeki çini mozaik dekorasyon gözalıcı güzelliktedir. Çini Eserler Müzesi olarak kullanılmaktadır.


Gök Medrese
Sivas'tadır. Sahip Ata tarafından 1271 yılında Mimar Kaluyan'a yaptırılmıştır. Çifte minareli taçkapısı, taş süslemeleriyle yapının en görkemli bölümüdür. 12 tür hayvan başı, yıldız ve hayat ağacı motifleri dikkati çeker. Taçkapıdan dört eyvanlı, havuzlu avluya girilir. Avlunun yanlarında, arkada medrese odalarının yer aldığı revaklar vardır.


Çifte Minareli Medrese

Erzurum'daki bu medrese Osmanlı öncesi medreselerin en büyüğüdür."Hatuniye Medresesi" olarak da bilinmektedir. 1270-1291 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. İki katlı ve 35x48 m. boyutlarındadır. Taş bezelemeleri ve minareleriyle dikkati çeken bir yapıdır.


İzzettin Keykavus Şifahanesi

Sivas'tadır. Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus I tarafından 1218-1219 yıllarında yaptırılmıştır. En büyük Selçuklu Şifahanesidir. Şifahane ve Keykavus'un türbesi çini süslemeleri ve taş işçiliğiyle ünlüdür. Türbe cephesinin çini süslemeleri Marendli Ahmet'in eseridir. Şifahanede göz, dahiliye, cilt ve ruh hastalıkları tedavi ediliyordu. Aynı zamanda medrese olarak da hekim yetiştiriliyordu.

Divriği Darüşşifası

Sivas'ın Divriği ilçesindedir. Mengücekoğulları Beyi Ahmet Şah'ın eşi ve Fahrettin Behramşah'ın kızı Turan Melek tarafından Camiyle birlikte 1228-1229 yıllarında yaptırılmıştır. Mimarı Ahlatlı Muğis oğlu Hürremşah'tır. Dikdörtgen planlıdır. Türbe bölümünde Ahmet Şah ve eşi Turan Melek dahil 16 kişinin mezarı bulunmaktadır. Taş bezemeleriyle ünlüdür.


Amasya Şifahanesi (Bimarhane)
İlhanlı Sultanı Olcayto ve eşi Yıldız (İlduş) Hatun adına köleleri Amber Bin Abdullah tarafından 1308-1309 yıllarında yaptırılmıştır. Klasik Selçuklu Medrese planı uygulanmıştır. Sabuncuzade Şerafeddin Bin Ali 14 yıl hekimlik yapmıştır. XIX. yüzyıla kadar birçok ünlü hekim şifahanede yetişmiştir. Ruh hastaları telkin ve müzikle tedavi ediliyordu.


İsmail Bey Hamamı
İznik'tedir. İznik Beylerinden İsmail Bey tarafından yaptırılmıştır. (XIV-XV yüzyıl). Kubbe mimarisiyle tanınmıştır.


Sokollu Mehmet Paşa Hamamı

Sokollu Mehmet Paşa tarafından Edirne'de 1568 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Çifte Hamam planlıdır. Geliri Üç Şerefeli Cami'ye bağlanmıştır.

Bursa Eski Kaplıca-Armutlu
Eski Kaplıca-Armutlu I. Murat döneminde 1394 yılında yaptırılmış, 1511'de II. Bayezid tarafından soğukluk bölümü eklenmiştir.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Erzurum - Türk İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi ( Yakutiye Medresesi )
Medrese taçkapısında bulunan kitabeye göre, İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazanhan ve Bolugan Hatun adına, Cemaleddin Hoca Yakut Gazani tarafından Hicri 710 (milâdi 1310) yılında yaptırılmıştır.
Türkler'in Anadolu'ya gelişlerinden hemen sonra başlayan Anadolu'yu değişik amaçlı mimarî eserlerle donatma çabası bütün tarihi olaylara rağmen devam etmiş ve Selçuklu Dönemi geleneksel mimarî tarzı Yakutiye Medresesi'nde de sürdürülerek anıtsal bir yapı ortaya çıkarılmıştır.
Yapı dört eyvanlı kapalı avlulu medreseler grubundadır. Eyvanlar arasında hücreler yer almaktadır. Batı eyvanı değişik bir tarzda ele alınarak iki katlı inşa edilmiştir. Güney eyvanı mescit olarak planlanmış ve bu eyvanın her iki duvarına mermer vakfiye kitabesi yerleştirilmiştir. Orta avlunun üzeri mukarnaslı bir kubbeyle örtülmüştür. Doğu eyvanın bitiminde kümbet yer almaktadır. Kümbette mezar bulunmamaktadır.
Medresenin dışa taşkın taçkapısı ve iki köşesindeki minareleriyle kurulan denge, yapının bütününde de cepheye karşılık kümbet yerleştirilerek sağlanmıştır. Bu da mimarlığın Selçuklu Döneminde bilimsel metotlarla yapıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak köşelerdeki minarelerden biri şerefeye kadar, diğeri kaideye kadar yıkılarak üzeri konik külâhla kapatılmıştır.
Cephede yer alan bitkisel, geometrik motifler ve sembolik tasvirlerde de denge ve simetriye önem verilmiştir. Gerek taçkapısındaki ve hücre kapılarındaki süslemeler gerekse minaredeki çini süslemeler o dönemde, sanatta gelinen noktayı ve sanata verilen önemi göstermektedir.
Taçkapısının her iki yüzünde, silme kemerler içerisinde altta ajurlu bir küre, hayat ağacı, her iki taraftaki pars figürleri ve üstte çift başlı kartal, Selçuklu Döneminde dini inançların anlatımını da içeren ve bazı farklılıklarla değişik yapılarda karşımıza sık sık çıkan bir semboldür.


Erzurum Çifte Minareli Medrese
Kitabesi olmadığından ne zaman yapıldığı ve gerçek adı bilinmez. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanı'ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesiyle buna Hatuniye Medresesi de denmektedir. Genelde 13. yy. sonlarında yapıldığı kabul edilir. Sultan IV. Murad'ın emriyle tophane haline getirilmiştir. Bir süre de kışla olarak kullanılmıştır. 1971-1972 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce kazı ve restorasyonu yapılan medrese halen Erzurum Yakutiye Belediye Başkanlığı'nca kullanılmaktadır.


Dört eyvanlı, açık avlulu medreselerin Anadolu'daki en büyük örneğini teşkil eder. Çifte minareli taç kapısı güneyde ana eyvanla bitişen kümbetle değişik düzenlemeye sahiptir. Plandaki çarpıklık sur duvarına bitişik olmasından kaynaklanmaktadır. Cephede, taçkapı formundan başka çeşme nişleri ile yarım yuvarlak iki payanda vardır. Taçkapının iki yanında yükselen çok dilimli silindirik minareler sırlı-sırsız tuğla, pabuç kısımları ise mozaik çinilerle süslenmiştir. Şerefelerden itibaren üst kısımları yıkılmıştır. Taçkapıyı kademeli kuşaklar halinde çeviren plastik hacimli bitki süslemeleri ile kalın silmeli panoların içindeki ejder, hayat ağacı, kartal motifleri cephenin en gösterişli bölümleridir. Doğudaki tamamlanmış hayat ağacı ile kartal motiflerinin bir arma olmaktan çok, Orta Asya Türk inanışına kadar uzanan gücü ve ölümsüzlüğü dile getirdiği düşünülür.
Giriş eyvanın iki yanında kubbeyle örtülü odalar yer almaktadır. Uzun dikdörtgen avlu, değişik boyutlu sütun ve payelerle desteklenen revaklarla çevrilmiştir. Ortasında bir havuz bulunmaktadır. Revakların ortasında yer alan hücreler iki katlıdır. Küçük olan yan eyvanlar yıldız tonozlarla örtülmüştür. İç mimarî süslemelerin yarım kaldığı gözlenmektedir. Hücre kemerleri, kapı-pencere çerçeveleri ile sütunlarda görülen geometrik ve bitki örnekleri yanında ayet-hadislerden oluşan yazı kuşakları da mevcuttur.
Ana eyvanın sonunda altlı-üstlü merdivenlerle kümbetin mumyalık ve gövde kısmına geçilmektedir. İçten haçvari planlı mumyalıkta iki lahit mevcuttur. Onikigen planlı kümbet, Anadolu'daki bu tür mezar anıtların en büyüğüdür. Medresenin dışında kalan sekiz yüzde, birer atlamak suretiyle, alttan mukarnas kavsaralı ve daha büyük, üstte sade ve küçük olmak üzere sekiz pencere açılmıştır. Konik külâh, kırmızı renkli taşlarla kaplanmıştır. Tüm mimarî ihtiş***** rağmen süslemeleri yarım kalmıştır.

Kutsal Yerler, Eşyalar, Dergahlar
Eyüp Sultan


İstanbul'un Eyüp semtindeki cami ve yanındaki Eyüp Sultan türbesi en çok ziyaret edilen kutsal yerler arasındadır. Hz. Muhammed'in sancaktarı Ebu EyyübEnsari İstanbul'un Araplar tarafından ilk kuşatılması sırasında (672-679) burada şehit düşmüştür. Mezarı Akşemseddin tarafından bulunmuştur. Fatih Sultan Mehmet 1458'de ilk cami ve türbeyi yaptırmıştır. Günümüze ulaşan cami, III. Selim'in eskisini yıkıp yeniden yaptırdığı yapıdır. Osmanlı sultanları tahta çıktıktan sonra kılıç kuşanma törenlerini Eyüp Sultan'da yapmışlardır. Cami'nin haziresindeki ve çevresindeki mezarlıklarda pek çok ünlü kişinin, sanat eseri sayılan mezarları bulunmaktadır.

Kutsal Emanetler
Hz. Muhammed'e dostlarına ve bazı peygamberlere ait eşyalardır. Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'ı fethinden sonra İstanbul'a getirilmiş, bir bölümü de İslam ülkelerinden derlenmiştir. Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi'nde korunmakta ve sergilenmektedir.

Hz. Muhammed'in ayak izi.

Hz. Muhammed'in deri üzerine yazılı İslamiyet'e davet mektubu,
19 x 16 cm. (Name-i Saadet)

Hazreti Osman'a izafe edilen Kur'an-ı Kerim

Hazreti Muhammed'in kılıçlarının kabzaları


Hacıbektaş Dergahı

Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesindedir. Hacı Bektaş Veli adına bir külliye olarak inşa edilmiştir. Selçuklular döneminde ilk bölümleri yapılan dergah Osmanlılar döneminde ekler ve onarımlarkla bugünkü durumunu almıştır. I. avlu, II. Avlu, mescid, III. Avlu, Huzuz-u Pir ve türbe, Balım Sultan türbesi dergahın başlıca bölümleridir. Bektaşilikle ilgili eserlerin bulunduğu bir müze haline getirilerek 1964'te hizmete açılmıştır.



Konya Mevlevi Dergahı
Selçuklular döneminde 1274 yılından itibaren ilk bölümleri inşa edilen, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde yapılan onarım ve eklerle bugünkü şeklini alan dergah; şadırvanlı avlu, tilavet odası, türbe, semahane, mescid, derviş odaları, matbah(mutfak), çelebi dairesi ve meydan-ı şerif bölümlerinden oluşmaktadır. Avluda Sinan Paşa, Fatma Hatun, Hürrem Paşa, Hasan Paşa, Mehmet Bey türbeleri bulunmaktadır. 1927 yılında müze haline getirilmiştir.

Galata Mevlevihanesi

İstanbul Galata (Kulekapısı) Mevlevihanesi 1491'de İskender Paşa tarafından yaptırıldı. İlk şeyhliğinde Sinoplu Safayi Dede getirildi. 1765'de ünlü Dİvan Şairi Şeyh Galip postnişin oldu. 1925'teki son şeyhi Ahmet Celaettin Dede'dir. Mezarlığı'nda Şeyh Galip başta olmak üzere pek çok ünlü Mevlevi'nin mezarı bulunmaktadır. 1973'te Divan Edebiyatı Müzesi yapılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder